Sizlere geçen bölümde Göbekli Tepe’ye Giden Yol’a döşeyeceğimiz taşların; tarih öncesi insanların ne şekilde yaşadıkları, “toplum” adını verdiğimiz bir arada yaşama becerisine sahip insan topluluklarının nasıl ortaya çıktığı ve bu toplulukların sahip olduğu “kültür” olgusunun nasıl oluştuğu olacağını söylemiş ve ilk olarak yaşam biçimlerini ele almıştık.
Bu ve bundan sonraki bölümde de iki kısım yazı halinde tarih öncesinde toplumun ne anlama geldiğini, nasıl oluştuğunu ve toplumsallaşmanın nasıl gerçekleştiğini anlatmaya çalışacağım.
Okumaya hazırsanız başlayalım..
TOPLUM VE TOPLUMSALLAŞMA:
* Evrim konusunda insan türlerini ortaya çıkışını, insan türleri ile ilgili bölümlerde de bunların yok oluşları ile genel özelliklerini anlatmaya çalıştım. Bu bölümlerin özeti olarak söyleyebileceğimiz nihai gerçek, bugün için dünya üzerinde var olan tüm insanların homo sapiens olduklarıdır. Bunu söyleyebilmemizi sağlayan husus ise “genetik aktarım”dır. Ancak toplumların oluşumundan bugüne kadar gelinen noktada ortaya çıkan yapıları anlayabilmemiz için genetik aktarım bize gerekli bilgileri sağlamaz.
* Evrim konusunda Charles DARWIN’ın doğal seçilim kuramını anlatırken belirttiğim gibi, çevreye uyum sağlayan organizmalar varlığını devam ettirir, uyum sağlayamayanlar yok olur. Yani evrimin temelinde adaptasyon (uyum) yatar. İnsan, içinde yaşadığı çevreye iki biçimde uyum sağlar; biyolojik uyum ve kültürel uyum. Kültürel uyum, biyolojik uyumun aksine vücudun dışında gerçekleşir. Böyle bir uyum, çevrenin insanı biçimlendirmesi olarak da tanımlanabilir.
* Dolayısı ile, taksonomik ya da genetik bir önemi yoksa, bugün için dünya üzerindeki insanların arasında bir bağıntıya ulaşmanın tek yolu “kültürel benzerlik” yani “kültürel aktarım”dır. Ancak bir kültürün oluşabilmesi için öncelikle bir toplumsal yapısının meydana gelmiş olması gerekir.
KURAM:
* İnsan, tarih boyunca her zaman bir toplum/topluluk içinde varlığını sürdürmüştür. İnsanların bu şekilde bir arada yaşamaları birbirleri ile etkileşim kurmalarını sağlamışve bunun sonucunda da ortak değerler oluşmuştur. Bu da zamanla her toplumun kendine ait ve özgün bir hayat anlayışını ve yaşam tarzını ortaya çıkartmıştır.
* Özgün kalıp ve yargılar içerisinde şekillenen toplum, varlığını sürdürebilmek için, sahip olduğu kültürel sistemleri kuşaktan kuşağa aktarmak zorunda kalmışlardır. Bu da bireylerin örgütlenmiş topluluk hayatının kabul ve tasvip ettiği biçim ve usullere uyulması ile gerçekleşmiştir.
* TDK Sözlüğünde yer alan ifadeye göre toplum “aynı toprak parçası üzerinde bir arada yaşayan ve temel çıkarlarını sağlamak için iş birliği yapan insanların tümü”dür. Toplumsallaşma ise “bireyin kişilik kazanarak belli bir toplumsal çevreye hazırlanması, toplumla bütünleşme süreci, sosyalleşme” olarak tanımlanmaktadır.
* Bu iki tanımı birlikte değerlendirirsek toplumun varlığı, bireyin var olması ve de bu yapının devamlılık göstermesi ile mümkündür. Birey bu varlık içinde gelişimini sürdürürken aynı zamanda toplumun da devamlılığını sağlar.
* Toplumsallaşma, insanın varoluşuyla ortaya çıkmış bir olgu olarak, ilkel toplumlardan günümüzün modern toplumlarına kadar her toplum için geçerliliğini korumaktadır. Çünkü biyolojik bir organizma olarak dünyaya gelen insan, toplumsallaşma süreciyle birlikte toplumun değerlerini, normlarını, bilgi birikimini özümseyerek onun bir üyesi haline gelmektedir.
* Bu süreç aracılığıyla birey, toplumsal bir kimlik kazanmaktadır. Böylece insan, bireysel farklılıklarına rağmen, toplumla bütünleşmeyi, toplumla uyumlu bir kimlik kazanmayı, toplumun kendine özgü belirlediği davranış ve düşünce kalıplarına uygun olarak hareket etmeyi öğrenmektedir.
TARİH ÖNCESİ İNSAN VE TOPLUM:
* Önce ağaç kavuklarında yaşayan ve yağmacılık ile yaşaması için gerekli besin ihtiyacını karşılayan tarih öncesi insanları, daha sonra mağara yaşamına geçerek aile yapısını oluşturmuş ve daha sonra muhtemelen büyük boyutlu hayvanları avlamak için ortak ve karşılıklı faydaya dayalı bir iş birliği içine girmiş ve bu da küçük toplulukların meydana gelmesini sağlamıştır.
* Avcı toplayıcı insanlar göçer gruplar şeklinde yaşamışlardır. Bu gruplar bilerek veya bilmeyerek yabani bitki ve hayvanları evcilleştirerek tarım dediğimiz üretim modelini hayata geçirmişler ve bunun devamında da uygarlığa giden yolun taşları döşenmiştir.
* Ancak yerleşik düzene geçişi bu değişimden ayrı olarak değerlendirmek gerektiği son zamanlarda yapılan araştırmalarla ortaya çıkmıştır. Birçok popülasyonun, tarıma geçişten önce yerleşik toplumlar kurduğu ve karmaşık sistemlere geçtiği aşikardır.
* O zaman aklınızda tutmanız için bir soru sorayım; İnsanlar tarımı keşfetmekten önce yerleşik düzene geçtiler ise, bunu sağlayan etken ne olabilir? Belki ileride bu soruya bir cevap bulabiliriz… ve yazılarımı okumaya devam ederseniz bu cevabın ne olduğunu öğrenebilirsiniz 🙂
* Şimdi toplumsal yapının oluşmasını sağlayan etmenlere kısaca değinmeye çalışalım:
Sosyal yaşam:
* Plio-Pleistosen Çağı’nda yaşamış insanlar için ortaya konulabilecek belli bir yaşam modeli söz konusu değildir. Çünkü insan her yerde ve her zaman eşit sayıda topluluktan meydana gelen gruplar halinde yaşamını sürdürmemiştir.
* Plio-Pleistosen toplumların sosyal anlamdaki en küçük birimini aile oluşturmuştur ve bu aileler genelde yaşamlarını belli alanlarda ve tek başlarına sürdürmüşlerdir.
* Plio-Pleistosen ailelerin avlanma gibi özel durumlarda bir araya gelerek birlikler oluşturdukları da söylenebilir. Örneğin mevsimlik göç hareketlerinde iri memeli hayvanları avlamak için birkaç ailenin bir araya gelmesi ile o bölgede birey sayısında bir artışın olması mümkündür. Ortak amaç ortadan kalkınca her aile tekrar kendi başına yaşamını sürdürmüştür.
* Ailelerin birlikte ve toplu olarak yaşadıkları dönemlerde her ailenin tek başına hayvan postu, çalı-çırpı, saz, kamış vb. doğal malzemeyi kullanarak oluşturduğu çadır veya barınaklar söz konusudur. Daha geç dönemlerde ise (özellikle neandertal ve homo sapiens örneklerinde olduğu gibi) kaya sığınağı veya mağara oluşumları ile birkaç ailenin bir araya gelmesi ile ortaklaşa geliştirilen ve antropoloji dilinde “uzun ev” olarak bilinen konutlarda yaşamış oldukları bilinmektedir.
* Pleistosen’de homo sapiens türü toplumların oluşturdukları uzun evlerin 10 farklı ailenin bir araya gelmesi ile oluşturulduğu ve ortasında da bir ocağın bulunduğu yani topluca yiyip-içtikleri, uyudukları yani ellerindeki ekonomik değerleri bölüşmek suretiyle yaşamlarını birlikte sürdürdükleri tespit edilmiştir.
* Dönem içinde en küçük sosyal birim sayılan ailenin giderek genişlediği görülür. Biyokültürel oluşum sürecinin başlangıç aşamalarından itibaren tek başına değil, azdan çoğa doğru farklı sayıdaki kişilerin bir araya gelmesi ile oluşan topluluklar halinde çoğulcu bir yaşam biçimini sürdürmüş olan insanın oluşturduğu gruplardaki birey sayısı da zaman içinde değişmiştir.
* Zaman içinde ailelerin bir araya gelerek önce “soy” ve daha sonra da “klan” olarak adlandırılan toplulukları oluşturdukları anlaşılmaktadır. İlk başlarda bu daha geniş topluluklarda “akrabalık” esası söz konusu iken, daha sonraları bu birliktelikler genetik anlamın yani kan bağının ötesine geçerek sosyal bir içerik kazanmıştır.
* Bu birlikteliklerdeki kişi sayısını tam olarak bilmek mümkün olmasa da sayıları belirleyen faktör de sahip olunan yaşam biçimi ve bu yaşam biçimine göre yapılacak faaliyetler için ihtiyaç duyulan insan sayısıdır.
* Ayrıca tarih öncesi toplumların zaman içinde gelişen teknoloji nedeniyle doğal çevrelerinden daha iyi yaralanmaya başlamalarından dolayı genel yaşam düzeylerinde bir gelişim izlenir. Buna bağlı olarak da bu toplumlarda aile kavramının ötesine geçilip birey sayısı çoğalan sosyal topluluklar oluşturulduğu anlaşılmaktadır.
* Bu şekilde oluşan kalabalık toplulukların sayısı doğal olarak fazla da olabilir. Bu durumda aynı topluluktan olan kişilerin belirli olması ve de tanınması için belki de dost-düşman ayrımı için; farklı giysiler giyilmesi, bu yoksa vücutlarını farklı renkte boya ile boyamaları veya desenler, dövmeler çizmeleri veya saçlarını takılarla süslemeleri gibi uygulamalara gidilmiş olduğu bilinmektedir.
(Sonraki bölümde kaldığımız yerden devam edeceğiz)