NEOLİTİK ÇAĞ, İNSANLIK TARİHİNİN KIRILMA NOKTASI – 7

                    Karahantepe’de ana kayaya oyulmuş falluslar ve bir erkek bireye ait başın bulunduğu dairesel alan
Merhabalar,
* Neolitik Çağ’ı detay bazda anlatmak için aletler ve teknolojileri, yaşam biçimleri, sanat anlayışı, ölü gömme uygulamaları, mimari, evcilleştirme, besin üretiminin neden, nasıl, nerede ve hangi topluluklar tarafından başlatıldığı, artı ürün yönetimi, besin üretimi ile gelen toplumsal tabakalaşma, beslenme düzenindeki değişiklikler, cinsiyet ayrımının belirtileri vb. daha birçok konuya girmek gereklidir.
Ancak bu yazı dizisini sizlerin okumasına sunmamın nedeni, sadece Neolitik dönemin genel olarak ne ifade ettiğini anlatmak olduğu için, detay bazdaki konulara girmedim. Arzu edenler ilgili kaynaklara ulaşarak bilgi sahibi olabilirler.
Önceki altı bölümde Neolitik Çağ’ın önemi, özellikleri ve dinamiklerinden bahsettikten sonra, bu son bölümde de Neolitik ile özdeşleştirilmeye çalışılan Avrupa’nın köken sorununa kısaca değinmek ve Neolitik ile ilgili son zamanlarda ortaya çıkan yorumlardan bahsetmek ve de kısa bir sonuç yazısı ile diziyi sonlandırmak istiyorum.
NEOLİTİK ÇAĞ VE AVRUPA’NIN KÖKEN SORUNU:
Bu konuyu daha iyi anlatabilmek ve de anlayabilmek için arkeolojinin neden ve nasıl ortaya çıktığından da bahsetmek gerekir.
Arkeolojinin doğuşu:

Genel görüşe göre 19’uncu yüzyılda ortaya çıkan arkeoloji biliminin temelini, Eski Ahit’te geçen yerlerin varlığını ispat yolu ile kutsal kitabın doğruluğunu kanıtlama çabası ve krallar hakkında birinci elden bilgi sahibi olma düşüncesi teşkil etmektedir.
Bu bağlamda Klasik Arkeoloji daha çok üst ve üst orta sınıf Avrupalıların ilgi odağı olmuşken; Yakın Doğu Arkeolojisi, dini nedenlerden ötürü, sıradan insanlarda büyük heyecan yaratmıştır.
20’nci yüzyıla gelindiğinde ise Mezopotamya’da Alman, İngiliz ve Fransızlar öncülüğünde arkeoloji, 19’uncu yüzyıl boyunca çok açık ve müdahaleci hale gelen Avrupa’nın sömürge projelerini desteklemek için kullanılmıştır.
Bu nedenle, Kutsal Kitap otoritesinin sınırlamalarından kurtulmuş olarak, bu yeni disiplinler ekonomik düşüncenin başatlığında gitgide artan bir şekilde sömürgeciliğe, oryantalizme ve ırkçılığa dönüşmüştür. Buna, Rönesans ile gelen “geçmişte kendisine altın çağ arama” isteğini de eklemek gerekir.
Bunun sonucunda da uygarlığın kurucusu olma ideali ve bunu kanıtlama çabası, tüm faaliyetlerin yoğunlaştığı konu olmuştur.

Avrupa’nın köken sorunu:
Avrupa her zaman kendi uygarlığının kökenini, geçmişte başka bir “uygar kültür”e dayandırmaya çalışmıştır.
Bu önceleri antik Yunan ve Roma dönemleri olarak görülmüş, Avrupa’nın hemen bütün soyluları ya da kentleri, kökenlerini Homeros’un tanımladığı efsanelerle bilinen döneme dayandırmışlardır.

19’uncu yüzyılın başında Alman, İngiliz ve Fransız araştırmacıların Mezopotamya ve İran’da çok eski kültürlerin var olduğunu Avrupa’ya duyurmaları ve İran’da Persopolis, Mezopotamya’da Nimrut ve Ninova gibi ören yerlerinden sökerek gönderilen heykel ve kabartmalar, Avrupalıların dünya tarihine Roma ve Helenistik ağırlıklı bakış açısının değişmesine neden olmuştur.
Sümer gibi daha eski ve daha görkemli kültürlerin bulunmasıyla da Avrupa kültürünün temelleri, Mezopotamya’dan gelerek Avrupa’yı kolonize eden toplumlara dayandırılmış ve buna “yayılımcı kuram” adı verilmiştir. Bereketli Hilal’in tanımlanmasıyla başlayan bu kuram, 1960’lı yıllarda Batı düşünce sisteminin ayrılmaz bir parçası olmuştur.
Her ne kadar Mezopotamya ve Mısır uygarlıklarına ait buluntular, Tevrat ve İncil anlatımlarının doğruluğunu teyit edecek bulgular olarak değerlendirilerek bunun üzerine kurulu Avrupa düşünce sistemini destekleyecek veriler olarak kabul edilmişse de kutsal kitapların bu konudaki ağırlığı, Amerika kıtasında Maya, İnka ve Aztek uygarlıklarına ait kabartmaların bulunması ile ortadan kalkmıştır.
* Müteakiben Avrupa Konseyi öncülüğünde yeni arayışlara girilmiş ve Avrupa Uygarlığının başka coğrafyalardan gelen kültürlerin etkisiyle değil, kendi içinde gelişerek oluştuğunu savunan “yayılım karşıtı kuram” geliştirilmiş ve köken olarak Balkanlar kabul edilmiştir.
Bu görüşe göre, Neolitik Çağ’ın başından itibaren Avrupa topraklarına ne Yakın Doğu’dan ne de Anadolu’dan hiçbir kültürel aktarım olmamıştır. Ancak gerek arkeolojik kazılarda elde edilen bulgular ve gerekse antik DNA analizlerinin sonuçları bu görüşü de yerle bir etmiştir.

1990’lı yıllardan itibaren ise Avrupa Birliği’nin geliştirdiği “çok kültürlülük” kavramı ile Avrupa köken sorununu yeniden tartışmaya açmış ve Avrupa Uygarlığının Yakın Doğu ve Anadolu dahil olmak üzere farklı coğrafyalardan gelen etkilerin bileşimi olduğu savunulmaya başlamıştır.
Yasal akademik bir alan olarak emperyalizmin en şaşaalı günlerinde başlatılmış olan bu hipotezin değiştirilmesi veya hipotezden vazgeçilmesi, Avrupa idealinin sona ermesi anlamına geleceğinden sürekli bir arayış, bilimsel gerçekleri saptırma ve siyasi amaçlar doğrultusunda tarih yazma çabaları yaklaşık 200 yıldır devam etmektedir.
Ancak bugüne kadar Hint-Avrupalıların ana yurtları olduğu farz edilen en azından 70 aday bölge önerilmiş ancak hiçbirisi üzerinde uzlaşı sağlanamamıştır. Hint-Avrupalılara bir ana yurt bulmayı amaçlayan “Pontus civarında yerleşim”, “ Kurgan”, “Anadolu”, “Neolitik aralık” gibi hipotezlerin tamamı özünde yanlıştır.
Yaşamın Başlangıcından Göbekli Tepe’ye Giden Yol adlı kitabımda detaylı olarak anlattığım gibi, tüm bu yaklaşımlar ucube Hint Avrupa Hipotezi’ni doğrulamaya yönelik bilimsellikten uzak siyasi yaklaşımlardır.
                              Yakında Ambar Barajı’nın suları altında kalacak olan Gre Fılla (havadan görünüm)
Neolitik Çağ ve Avrupa’nın köken sorunu:
İşte burada ilginç olan, tartışmaların her zaman Neolitik Çağ’a bağlanmasıdır.
Yayılım kuramına göre, Mezopotamya’daki Neolitik topluluklar bilinçli bir şekilde Avrupa’yı kolonize etmişlerdir ve bu hareketin sıçrama tahtası Truva’dır.
1990’dan sonra ortaya atılan görüşte Çatalhöyük, Çayönü, Göbekli Tepe gibi Anadolu’daki büyük Neolitik merkezler Avrupa uygarlığının kökeni olacak şekilde gündeme getirilmiştir.
Örneğin 1987 yılında Andrew Colin RENFEW tarafından ortaya atılan Anadolu Hipotezi’ne göre, Hint-Avrupa dil ailesi MÖ 7.000’lerde Anadolu’dan dünyaya yayılmıştır. Hint-Med halklarının ilk olarak MÖ 1.700’lerde batıdan Anadolu’ya göç ettikleri kanıtlanmış olduğu halde Anadolu’da ortaya çıkan ve birçoğunun Türk halkları tarafından oluşturulduğu ispatlanmış olan uygarlıklar, Batılılar tarafından sahiplenilmeye çalışılmaktadır. Ancak söz konusu halkların hiçbirisi Hint-Avrupa dillerini konuşmamışlardır.
RENFREW, Proto Hint Avrupaca’nın Anadolu’da yaklaşık 10.000 yıl önce konuşulmaya başladığını, dolayısı ile anavatanın Anadolu olması gerektiğini öne sürmüştür.
RENFREW, kanıtlanmaktan uzak görüşlerini; Çatalhöyük kazılarını başlatan ve uzun süre yapan, burada elde ettiği ve bu topraklara ait olan birçok değerli buluntuyu Avrupa’ya kaçıran meslektaşı James MELLART’ın, kazılarda ele geçirdiği buluntular üzerindeki yorumlarından aldığı cesaretle dile getirmiştir. 

Son yıllarda yapılan biyogenetik çalışmalar ile, Anadolu’daki Neolitik dönem insanlarının DNA yapısının, günümüz Avrupa insanı ile aynı olduğu vurgulanmaktadır.
Türkistan’da (uydurma ismi ile Orta Asya’da) bulunan kurganlardaki gömütlerden elde edilen DNA çözümlemeleri de günümüz Avrupa topluluğu ile eşleştirilmeye çalışılmaktadır.
Bununla birlikte atın evcilleştirilmesi, tekerlekli savaş arabasının icadı, gömülerin mezar içinde yerleştirilme biçimi vb. konularda elde edilen verilerin Hint-Avrupa Hipotezi’ni doğrulayacak şekilde çarpıtılarak kullanıldığını söylemeye sanırım gerek yoktur.
Tüm bunlar, arkeolojinin tarihi çarptırma çabalarına alet edilmesine verilecek örneklerdir.

Dolayısı ile bugünkü Avrupa uygarlığı kökenlerini Neolitik dönemde yaşanan kırılmalarda aramaktadır. Tahılın ve çiftçilerin Güneydoğu Anadolu’dan Avrupa’ya aktarılması örneğinde olduğu gibi, Avrupa tarafından köken konusunda gösterilen bitmez tükenmez çabalar çok tartışmalıdır.
NEOLİTİK ÇAĞ’IN DİNAMİKLERİ ÜZERİNE YAPILAN YENİ YORUMLAR:
Günümüzde bazı araştırmacılar Neolitik sürecin birkaç bin yıl sonrasının büyük uygarlıklarının ortaya çıkışı için gerekli koşulları sağlamada gerçekten büyük bir öneme sahip olduğunu düşünmemektedir. Örneğin CHILDE’ın Neolitik süreci tanımlamak için (biraz da Marksist kimliği dolayısı ile) ifade ettiği “devrim” kelimesi artık pek kullanılmamaktadır.
Bu eleştirilerin altında yatan neden, söz konusu yenilikler radikal nitelikte olsa da değişimin birden gerçekleşmemesi ve tarımın insan yaşamının koşullarını tümüyle değiştirmiş olmasıdır.
Ayrıca Neolitik (Yeni Taş) tabirinden de anlaşılacağı gibi, dönemin tanımlamasında başlangıçta esas alınan koşut, alet teknolojisindeki değişim olmuştur.
Ancak buluntu toplulukları taş alet yapım tekniklerinde bazı değişikliklerin olduğunu göstermekte ise de Neolitik dönemde ortaya çıktıkları düşünülen havan, havan eli gibi sürtmetaş aletlerin Epipaleolitik dönemde icat edildiği ve kullanıldığı anlaşılmıştır.
Dolayısı ile ilk Neolitik toplulukları, yerleşik düzen geçmiş besin üreticisi topluluklar olarak adlandırmak yerine yerleşik avcı toplayıcılar olarak adlandırmak, bugün için yaygın kabul görmektedir.
Neolitik’in kronolojik bölümlenmesinde ele alınan esaslar da değişmiş, tüm “Neolitik paket”in belirleyici ögeleri olarak tarım ürünleri ve teknolojileri yerine; yaşam alanları, yaşam biçimleri, kült alanları ve kamusal alanlar, sembolizm, çiftçilik, insan genetiği ve dillerin yayılımı gibi döneme ve bölgeye göre değişebilen ölçütlerin yeniden tanımlanması gerekmiştir.
Maddi kültürün çeşitli anlamlarla yüklü semboller olarak anlaşılması gerektiği düşüncesi, artık Neolitik araştırmalarında önemli bir yere sahiptir. Bu tür araştırmalar içerisinde sosyal etkenler, en heyecan verici bakış açısını sunmaktadır.
Neolitik’in yeniden ele alınması sonucunda “çekirdek bölge” ve “çeper bölge” tanımlamaları da değişmektedir. Bazı araştırmacılar halen Neolitik’in dar bir çekirdek bölgesi olduğunu savunuyor olsa da Yakın Doğu’nun ilk Neolitik topluluklarının bir kültürel gelişim kuşağına bağlı olduğu yönünde sunulan bulgular taraftar bulmaktadır.
“Bölge üstü” bu anlayışın devamlılığı, toplumsal örgütlenmedeki ve yaşam biçimlerindeki farklılığa bakmaksızın, toplumların fikirleri ve teknolojileri paylaşımı ile sağlanmıştır.
İlk Neolitik oluşum kuşağının kabaca Zagros Dağları’ndan başlayıp Toroslar boyunca devam ettiği ve Türkiye’nin Yukarı Fırat Bölgesi ile Güney Levant’a kadar uzanan bölgeyi kapsadığı ifade edilmektedir.
Ancak burada (önceki bölümden hatırlayacağınız gibi) özellikle Güney Levant’ın sürecin başladığı yer olarak İsrailli bilim insanları tarafından lanse edilmesi çok tartışmalı bir konudur.
Çünkü eğer Neolitik kültür Levant’tan doğup insan göçleriyle Anadolu’ya yayılmış olsaydı, Anadolu’daki Neolitik grupların (Konya’daki) Pınarbaşı’na değil (Güney Levant’taki) Natuflara benzemesi gerekirdi. Ancak bu görülmemektedir. Hatta genetik veriler, Levant insanlarının atalarının (en azından) bir kısmının Anadolu kökenli olduğunu söylemektedir.
SONUÇ:
Gezegenimizin meydana geldiği zamandan bugüne kadar geçen süreyi canlandırmak için bir projeksiyon yapsak ve bunu da 24 saate sığdırmaya çalışsak, insanın varlığı sadece saat 23.59’dan itibaren söz konusudur. Bu projeksiyona göre Neolitik dönemden bugüne kadar olan süre de bir saniyenin yaklaşık üçte biri kadar bir zaman dilimidir.
İşte gezegenimiz tarihi için bu kadar küçük bir zaman dilimini kapsayan Neolitik Çağ, insanlık tarihi için bir dönüm veya kırılma noktasıdır.
Çünkü Neolitik, insanın yaşam milyonlarca yıldır sürdürdüğü biçimini bir şekilde değiştirerek göçebe yaşamdan yerleşik yaşama geçtiği, besin üretimini başlattığı ve de bununla birlikte gelen olumlu/olumsuz birçok gelişimi ve değişimi tecrübe ettiği yaklaşık 4.000 yıllık bir zaman dilimidir.
Çok uzun yıllardır “besin üretimine geçiş” ile “yerleşik düzene geçiş” aşamalarının hangisinin diğerinden önce gerçekleştiği tartışmaları, önce yerleşik düzene geçildiği ve bunun devamında da besin üretiminin gerçekleştiğinin kabulü ile son bulmuştur. Ancak bu defa da soru “İnsan 2,6 milyon yıldır sürdürdüğü göçebe yaşamdan vazgeçmesi için çok büyük bir neden olmalıdır. Peki bu neden nedir?” şekline dönüşmüştür.
Bana göre, insanın 2,6 milyon yıldan beri sürdürmekte olduğu yaşam biçiminden Neolitik dönemde vazgeçmesinin altında yatan neden “inanç”tır.
Artan nüfusa bağlı olarak toplumsallaşmaya ve sosyalleşmeye başlayan insan, sahip olduğu inancın göstergesi olarak tapınak veya tapınaklar inşa etmiş, onları geliştirmiş ve kullanmıştır.
İnşa faaliyetleri o günün teknolojik seviyesine bağlı olarak binlerce yıl sürmüştür. Örneğin Göbekli Tepe MÖ 9.600-8.000 arasında yani 1.600 yıl boyunca inşası, geliştirilmesi/değiştirilmesi ve kullanılması söz konusudur.
Dolayısı ile insan, bu kadar uzun süre boyunca bölgede bulunmak zorunda kalmış, yapıların tamamlanması neticesinde de kutsal bildiği bu alanın/alanların etrafında yaşamaya başlamış ve böylece de yerleşik düzenli yaşam kademeli olarak başlamış olabilir.
Özellikle (Prof. Dr. Mehmet ÖZDOĞAN’ın ifadesi ile) Göbekli Tepe Kültür Bölgesi’nde birbirine çok yakın mesafelerde ve çok sayıda yerleşim söz konusudur. Dolayısı ile ÖZDOĞAN’ın ifadesi ile; “Neolitik süreçte önemli sosyo-ekonomik değişimler geçiren avcı-toplayıcı grupları bir arada tutan unsurun merkezi otorite olmadığı; bunun, geçmiş-bugün-gelecek arasındaki bağları kutsal bir mekânda sembolik olarak kuran geleneklerin bir sonucu olduğu ve faaliyetlerin elit bir grup tarafından kontrol edildiği ve bir ruhban sınıfı tarafından yönetildiği söylenebilir.”
İnancı için yaşam şeklini değiştiren insan, bunun devamında da yukarıda açıklamaya çalıştığım (ancak insanlık için olumlu veya olumsuz olduğu tartışmaya açık olan) gelişmeleri gerçekleştirmiş ve bu dönem, insanlık tarihi için belki de en büyük kırılma noktası olmuştur.
İlginiz için teşekkür ederim.

Esen kalın.

YAZI DİZİSİ İÇİN FAYDALANILAN YAYINLAR:
* ARSEBÜK Güven,
Tarihöncesi Dönemden Bazı Yansımalar, Ege Yayınları, 2012.
Uzak Geçmişimize Dair Okumalar, Ege Yayınları, 1.Baskı, 2012.
* ATAKUMAN Çiğdem,
Ölüyü Gömmek ya da Gömmemek, Neolitik Çağ’da Bedenin Nesnelliği ve Mekansallığı, Tematik Arkeoloji Serisi 5, Arkeoloji’de Ritüel ve Toplum, Ege Yayınları, 2019.
Neolitik Dönüşüm, Aitlikten Sahipliğe, Arkeo Atlas Dergisi, Sayı 2022/01, Sayfa 66:79.
* BAR-YOSEF Ofer,
The Natufian Culture in the Levant, Threshold to the Origins of Agriculture, Evolutionary Anthropology Dergisi, 1998, Sayfa 159:77. (http://www.columbia.edu/itc/anthropology/v1007/baryo.pdf)
Prehistory of the Levant, Annual Review of Anthropology, 9 (1), Sayfa 101:133. (https://www.annualreviews.org/doi/abs/10.1146/annurev.an.09.100180.000533)
* DAWKINS Richard, Ataların Hikâyesi Yaşamın Kökenine Yolculuk, Hil Yayın, 4.Baskı, Ocak 2019
* ERDEN Ayşegül & TEMÜR Bora, Ziyafet Ritüelinin Toplumsal Konum Kazanımındaki Etkisi Üzerine Bir Değerlendirme, Tematik Arkeoloji Serisi 5, Arkeoloji’de Ritüel ve Toplum, 2019, Sayfa 177:190
* HARARI Yuval Noah, Hayvanlardan Tanrılara Sapiens, Kolektif Kitap, 30.Baskı, 2017.
* HODDER Ian, Çatalhöyük Leopardın Öyküsü, Yapı Kredi Yayınları, 5.Baskı, Şubat 2021.
* KARUL Necmi,
Neolitik Teriminin Kavramsal Değişimi ve Güneydoğu Anadolu’da Neolitik Araştırmalarının Dünü-Bugünü, Arkeoloji ve Sanat Dergisi, Ocak-Nisan 2020, Sayı 163.
Karahantepe Çalışmalarına Genel Bir Bakış, Arkeoloji ve Sanat Dergisi, Ocak-Nisan 2022, Sayfa 1:8
* LEWIN Roger, Modern İnsanın Kökeni, Say Yayınları, 2.Baskı, 2018.
* LEWIS-WILLIMAS James David, Mağaradaki Zihin, Yapı Kredi Yayınları, 2.Baskı, Eylül 2020
* ÖKSE Tuba A., Gre Fılla: Yukarı Dicle Havzasında Ambar Çayı Kenarına Kurulmuş Bir Çanak Çömleksiz Neolitik Dönem Yerleşimi, Arkeoloji ve Sanat Dergisi, Sayı Ocak-Nisan 2022, Sayfa 25:46.
* ÖZBAŞARAN Mihriban, Aşıklı Höyük, Aktüel Arkeoloji Dergisi, Sayı 60, Sayfa 30:35.
* ÖZDOĞAN Mehmet,
50 Soruda Arkeoloji, Bilim ve Gelecek Kitaplığı, Sekizinci baskı, Aralık 2021.
Anadolu’da Neolitik’in Yolculuğu, Arkeo Atlas Dergisi, Sayı 2022/01, Sayfa 10:25.
* SAGONA Antonio & ZIMANSKY Paul, Arkeolojik Veriler Işığında Türkiye’nin En Eski Kültürler MÖ 1.000.000-550, Arkeoloji ve Sanat Yayınları, 2018.
* SCHMIDT Klaus, Taş Çağı Avcılarının Gizemli Kutsal Alanı Göbekli Tepe, Arkeoloji ve Sanat Yayınları, İstanbul 2018.
* SEVİN Veli, Anadolu Arkeolojisi, DER Yayınevi, 6.Basım.
* SOMEL Mehmet, Tarih Öncesine Yeni Bakış, Antik DNA Devrimi, Arkeo Atlas Dergisi, Sayı 2022/1, Sayfa 48:65.
* TEKİN Halil, Tarih Öncesinde Mezopotamya, Bilgin Kültür Sanat Yayınları, 2.Baskı, Şubat 2019.
* TORREY E.Fuller, Beynin Evrimi ve Tanrıların Ortaya Çıkışı, Paloma Yayınevi, 2.Baskı, Aralık 2018
* ULAŞ Burhan, Avcı toplayıcılardan Neolitik Çiftçilere, Bitki ve İnsan İlişkisi, Arkeo Atlas Dergisi, Sayı 2022/01, Sayfa 110:117.
* YELKEN Mehmet Kenan
Tengricilik mi Şamanizm mi Türklerin Kadim İnancı, Gece Kitaplığı, Birinci Basım, Ekim 2019
Her Yönü ile Göbekli Tepe, Gece Kitaplığı, Üçüncü Basım, Ağustos 2020.
Yaşamın Başlangıcından Göbekli Tepe’ye Giden Yol, Gece Kitaplığı, Birinci Basım, Mayıs 2022.