GÖBEKLİ TEPE’YE GİDEN YOL-16: DİLİN EVRİMİ II

Merhabalar,
Önceki bölümümüzde D”ilin Evrimi” konusu kapsamında evrimsel süreci, anatomik yeterlilikleri ve FOXP2 genini anlatmaya çalışmıştım. Bu bölümde ise, bunun devamı olarak insan türleri bazında konuyu ele almaya ve bir sonuca ulaşmaya çalışacağım.
İnsan türlerinde konuşma yetisi:
* Evrimsel süreç içinde antropolojik anlamda konuşma yetisi için, basitten karmaşığa doğru gelişen bir kültürel silsile söz konusudur.
Genel anlamda yaşamın basit olduğu dönemlerde diğer bireylerin tekno-kültürel deneyimlerini anlamak ve onları uygulamak için gözlemek, tek başına yeterli olmuş olabilir.
Yaşamın zaman içinde karmaşıklaşması ve tekno-kültürel ögelerin giderek gelişmesi ile sadece gözlemin yetmediği ve iletişim için yeni yöntemlerin meydana getirilmesi gerektiği anlaşılmaktadır. Bu gereksinimler de konuşma yetisinin ortaya çıkmasına ve zaman içinde gelişmesine yol açmış olmalıdır.

Broca alanının belirtileri homo rudolfensis’te ve geç homo türlerinde bulunmuştur ancak austrolapithecus türlerinde bu alana rastlanmamıştır. Austrolapithecus’larda ses yolları bulunmuşsa da gırtlağın yüksek yapıda olması, insan diline benzer evrensel sesleri çıkartmalarını olanaksız kılmıştır.
Bir görüşe göre neandertaller modern insanlarda da bulunan ve “lisan geni” olarak anılan FOXP2 genini taşımışlardır ve bu geni, homo sapiens ile ortak ataları olan homo heidelbergensis’ten aldığına işaret eder.
Ancak kafatası incelemeleri sonucu bazı bilim insanları, neandertallerin konuşamadıkları ve gırtlak şekillerinin bizim kullandığımız sesleri tam olarak çıkarmalarına izin vermediği sonucuna varmışlardır.

* Neandertallerin ve Altaylıların genom dizilişlerine bakıldığında, onların da FOXP2 mutasyonlarını paylaştığını görmekteyiz. Bu da Altaylıların beyinlerinin dilin gelişimine yardımcı olabilecek şekilde örüldüğünün iyi bir işaretidir. Fiilen konuşup konuşmadıklarını henüz bilmiyoruz ve bu başka bir konudur ancak dil donanımının en azından önemli bir bileşenine sahiplermiş gibi görünmektedir.
* Ayrıca bazı bilim insanlarına göre, neandertallerin değişik coğrafi bölgelerdeki örnekleri arasında kafatası alt tabanının kıvrılma derecelerinin farklıdır ve bu kıvrımının azalmasının nedeni, yaşadıkları soğuk iklime uyarlanmadan kaynaklanmış sıra dışı üst solunum yolu anatomisi ile ilgili olabilir.
Neandertallerin dil yeteneklerinin gelişmemiş olduğu ve belki de bunun sonucunda türlerinin yok olduğuna dair görüş genel olarak kabul görse de bazı bilim insanları, İsrail Kebara’dan çıkan bir neandertal iskeletinde dil kemiği bulunduğunu, bu kemiğin dil ile gırtlak arasında bulunduğunu ve çene, gırtlak ve dil kaslarına bağlı olduğunu ileri sürerek bu görüşe itiraz etmekte ve bu bulgudan hareketle neandertallerin dil yeteneğinin modern insana benzediğini ileri sürmektedirler.
* Genel olarak konuşma yetisinin homo erectus aşamasında ilkel düzeyde başlamış olduğu, neandertal evresinde oldukça geliştiği, homo sapiens aşamasında ise doruğa ulaşmış olduğu söylenebilir.
Bazı uzmanlar dilin evrimsel oluşumunu ön dil, ilksel dil ve gerçek dil olarak üç evreye ayırarak ele almaktadırlar. Buna göre;
Ön dil, işaret ve tek sözcüklerden oluşur. Birey sayısının fazla olmadığı ve küçük sosyal topluluklar halinde yaşamaya başlayan homo habilis, homo ergaster/homo erectus dönemlerinde ortaya çıkmış olması akla yatkın gelmektedir.
İlksel dil, neandertal insanının konuşma yetisinin seviyesi olarak tanımlanır. Bu inşaların kendi aralarında basit cümleler kurarak konuştukları, anlaştıkları ve deneyimlerini gelecek kuşaklara aktardıkları görüşü hakimdir. Eldeki veriler, bu toplumların aralarında malzeme alış-verişi yaptıklarını ve sembolleri kullanmaya başladıklarını göstermektedir.
Gerçek dil ise homo sapiens’in ortaya çıkmasıyla başlar ve kullanılan dil, gelişkin bir sözcük sayısına sahiptir. Bunun sonucu olarak da bu toplulukların kendi içlerinde iş bölümü gerçekleştirebilmiş olmaları ve toplum içinde sosyal anlamda sınıfsal tabakalaşma başlamış olması kuvvetle muhtemeldir.
İletişim:
Tabi buraya kadar olan açıklamalarımıza konu olan “konuşma” yetisidir. Ancak bazı bilim insanları “konuşma” kapsamı içerisine “iletişim”i de dahil etmektedirler.
Türk Dil Kurumu sözlüğüne başvuracak olursak iletişim; “Duygu, düşünce veya bilgilerin akla gelebilecek her türlü yolla başkalarına aktarılması, bildirişim, haberleşme, komünikasyon” anlamına gelmektedir.
“Konuşma”yı “kasları çalıştırarak ve başkasının algılayabileceği şekilde kasti olarak bir ses çıkartmak” olarak tanımlayan bir grup bilim insanına göre işlevsel insan konuşması ünlü seslerle fonemik kontrast oluşturma yeteneğine yanı sadece bir ünlü ses değiştirerek yeni kelimeler üretmeye dayanmaktadır. Bu kritik sesler “bel, “bal”, “bil” ve “böl” gibi tamamen alakasız kelimeleri ayıran şeylerdir. Dolayısı ile erken insan ataları, homo cinsinin evriminden önce bile bu tür sesleri çıkartmak için anatomik yetiye sahiptir.
Bilim insanlarından oluşan bir uluslararası ekip de insanlarda, insansılarda ve maymunlarda işitsel bölgelerin ve beyin şebekelerinin analizi ve beyin görüntülemesi konusunda yürüttükleri çalışma kapsamında; konuşmanın ve dilin işlenmesi için önemli olan frontal lob bölgesiyle, işitsel korteksi birbirine bağlayan dil şebekesinin bir bölümünü keşfetmişlerdir.
Her ne kadar konuşma ve dil insanlara özgü olsa da bu durumun, diğer primatlardaki işitsel şebeke aracılığıyla, işitsel bilişimin ve sözlü iletişimin evrimsel bir temeli olduğunu ve dil şebekesinin evrimsel kökeninin 25 milyon yıl öncesine dayandığını öne sürmektedirler.
Ancak konuya bilişsel bir yaklaşım getirildiğinde ise, konuşmak için uygun ses yollarına sahip olan primatların bunu kontrol etmek için konuşmaya hazır bir beyinlerinin olmadığı sonucuna ulaşılmaktadır.
Günümüzde de günlük yaşamımızda gözlemlediğimiz gibi birçok hayvan kendi türleri içerisinde farklı sesler çıkartarak anlaşabilmektedir, örneğin bir kedi kendisine özgü bir ses çıkartarak yavrularını beslemek için etrafına toplayabilmektedir.
Ancak burada ifade etmek istediğim, konunun başında yer verdiğim iki tanımın kapsamında insanlara özgü bir yetinin nasıl geliştiğidir. Bunun altını çizmek istiyorum.
Özet olarak;
Evrimsel süreçte konuşma yetisi-alet yapımı-sosyal ilişki-sanat arasında sıkı bir ilişki olduğunu, bunun da beynin fiziki olarak büyümesi ve devamında yaşanan bilişsel sıçramanın (akıl sıçraması) sonucu oluştuğunu söyleyebiliriz.
“Dil”in yani “konuşma yetisi”nin insanın evriminde ve hayatta kalmasında en önemli faktörlerden biri olduğu hatta en önemlisi olduğu düşünülür. Daha da ileri gidilerek homo sapiensin diğer tüm insan türlerini alt ederek dünya üzerinde kalan tek tür olmasının nedeni olarak, bir “dil”e sahip olması gösterilir.
FOXP2 geni ise insanlarda konuşma davranışını düzenleyen bir gendir ve bu özellik bizi neandertaller’den ayırmaktadır. Çünkü neandertaller gırtlak ve ağız boşluğunda farklı seslerden oluşan sözcük gruplarını akıcı bir biçimde oluşturamıyorlardı ve bu gelişimi kontrol eden genlere sahip değildiler. Ancak aralarında bir “iletişim dili” olduğu kesin gibidir.
* Neandertallerin konuşma yetisinin olasılıkla “ilkel dil” düzeyinde olduğu, yani kendi aralarında çeşitli sözcüklerden oluşan basit cümleler kurarak haberleşip anlaştıkları, böylece faklı deneyimleri paylaştıkları ve bunları gelecek kuşaklara aktardıkları sanılmaktadır.
Bu bağlamda (bugün için genel kabul gören görüşe uygun olarak) günümüz insanının çıkardığı tüm sesleri çıkartabilmeyi sağlayan mekanik potansiyeli gösteren modern örüntü (yani konuşma yetisi) yaklaşık 300.000 yıl önce arkaik homo sapiens’in ortaya çıkması ile görülmeye başlamıştır.
Dil sayesinde homo sapiens, kalabalık gruplar halinde yaşama ve iş birliği yapabilmenin temelini atmış ve bu sayede daha az sayıda bireye sahip neandertal gruplarını yenmeyi başarabilmiştir.
Sosyolojik araştırmalara göre ortak dil sayesinde bir arada durabilen doğal bir grubun üye sayısı 150 kişidir. İnsanların oluşturduğu yapıların çoğunluğunda, bugün bile bu sihirli rakam bir eşiktir. Homo sapiens bu kritik eşiği aşıp, on binlerce kişiden oluşan şehirler kurmayı ve milyonlarca insanı yöneten imparatorluklar oluşturmayı başarmıştır. Çünkü homo sapiens, “hayali gerçeklik” şeklinde tanımlayabileceğimiz “kurgu” yeteneğini de bu süreçte geliştirmiştir.
Kurgunun ortaya çıkışı sayesinde, aynı genetik yapıya sahip olan ve benzer çevre koşullarında yaşayan insanlar, çok farklı hayali gerçeklikler yaratabilmiş ve kendilerini farklı normlar ve değerler aracılığı ile ifade edebilmişlerdir.
Bilişsel Devrim’den bu yana sapiens için tek bir doğal yaşam biçimi olmamış, bunun yerine, akıl almaz genişlikte bir olasılıklar evreninden seçilmiş kültürel tercihler söz konu olmuştur.
Sonuç olarak;
Günümüzden 12.000 yıl önce Göbekli Tepe’yi inşa eden ve yaklaşık 2.000 yıl boyunca onu geliştirip, kullanan Neolitik Dönem’in avcı toplayıcı homo sapiensleri, bugünkü anlamda bir “konuşma yetisi”ne sahiptiler.
Sevgiyle kalın.