GÖBEKLİ TEPE’YE GİDEN YOL-15: DİLİN EVRİMİ I

Merhabalar,
* İnsan ve onun tarafından oluşturulmak suretiyle kendisini bütünleyen aletler, bizi ister istemez “düşünce”nin doğrudan bir ürünü olan kültür olgusuna getirir.
Kültür nedir? diye soracak olursanız buna arkeoloji disiplini çerçevesinde vereceğim cevap “insan topluluklarınca oluşturulan maddi ve manevi her türlü edinimin zaman içinde gerçekleşmesi sonucu ortaya çıkan birikim” olabilir.
İnsan özgü bu bir olgu olan kültür öğrenilebilir, kültürel birikimler biyolojik olarak kuşaktan kuşağa geçmez ve fakat insan bu birikimleri kuşaktan kuşağa aktarır. Yani kültür kalıtsal değil edimseldir.
* İnsan tarafından kültürel birikimler, görerek uygulama ve/veya lisan yolu ile anlatma (konuşma) yöntemi ile diğer kuşaklara aktarılır.

Türk Dil Kurumu internet sayfasında yer alan sözlüklere baktığımızda konu ile ilgili tanımlar şu şekilde karşımıza çıkmaktadır:
Dil: İnsanların düşündüklerini ve duyduklarını bildirmek için kelimelerle veya işaretlerle yatıkları anlaşma, lisan.
Konuşmak: Bir dilin kelimeleriyle düşüncesini sözlü olarak anlatmak.
Bu iki tanımı bir arada ele alırsak, dilin bir iletişim yöntemi olduğunu ve konuşma yetisinin de bu iletişimi sağlayan aracı oluşturduğunu söyleyebiliriz.
Bu halde, insanların kendi aralarında sözel olarak iletişime geçerek düşüncesini nasıl aktardığını anlayabilmek için, öncelikle konuşma yetisinin evrimsel sürecine yani nasıl kazanıldığına bakmamız gerekir.
O halde bu konuya da birlikte göz atalım.
Evrimsel süreç:
Bir arada ve belli bir sayıda üyeden oluşan canlı topluluklarında iletişim her zaman bir şekilde var olmuştur. Bazen işaretle, bazen faklı sesler çıkartarak, bazen davranış farklılığı yaratarak ve bunun gibi yollarla toplu halde yaşayan canlılarda bireyler, günlük yaşamın çeşitli nedenlerinden dolayı diğer bireyler ile iletişim içinde olma ihtiyacı duymuşlardır. Ancak yukarıdaki tanımlardan da anlaşılacağı gibi konuşma, en etkili iletişim aracı olmuştur.
Klasik söylemi ile, insanı diğer hayvanlardan ayıran en büyük özellik “düşünebilme” yeteneğidir. Ancak insanın “düşünebilme” yetisi kadar önemli olan bir başka -hatta bana göre en önemli- insan yetisi ise “konuşabilme”dir.
* Konuşma yetisinin önemli yararı, aralarında çeşitli engeller olan ve birbirlerini doğrudan göremeyen insanların, karşılıklı seslenmek sureti ile anlaşmalarına olanak sağlamasıdır.
* Konuşmanın amacı ise, gündelik yaşamı daha kolay ve başarılı bir şekilde sürdürebilmek, zaman içinde edinilen bireysel ve toplumsal deneyim, bilgi, düşünce ve yargıları gelecek kuşaklara aktarabilmek olarak özetlenebilir.
Pliyosen – Pleyistosen dönemdeki yaşam boyunca (örneğin av aşamasında veya toplumlar arasındaki olası mücadelelerde) kişiyi doğrudan görebilmenin ötesinde, bir başkasının dediğini uzaktan duyarak anlamanın ve ona göre hareket etmenin insana önemli bir yarar sağlamış olduğu tartışılmazdır.
* Antropologların en büyük düş kırıklığı, dilin doğası gereği, arkeolojik kayıtlarda fiilen görünmez olmasıdır. Dolayısı ile ipuçları dolaylı kaynaklarda, yani taş aletlerde, ekonomik ve sosyal düzenlerde, resimlerin içerikleri ile bağlamlarında ve diğer sanatsal anlatımlarda, fosil kalıntıların kendilerinde aranmalıdır.
Beynimizin Gelişimi konusunda da belirttiğim gibi, fosil bulgularda beyin ele geçirilemez çünkü ölümü müteakip çok kısa süre içinde yok olup gider. Yani kemikler fosilleşir ancak beyinler fosilleşmez. Alet yapma teknikleri gibi atalarımızın beyinlerini nasıl kullandıklarına dair daha dayanıklı örnekler ise, eski insanların birbiriyle iletişim kurma adına görsel ve sesli karışık sembolleri ne zaman kullanmaya başladıklarını daha iyi anlamamız için bize yol gösterebilir.
Taş aletleri ilk ortaya çıkaran insan türlerinin konuşup konuşmadıklarını ne yazık ki bilemiyoruz. Çünkü fosil kanıtlar bu tür sosyal izleri günümüze getirmiyor. Ancak tıpkı kamp ateşlerinin toprakta iz bırakması gibi, konuşmanın gerekleri de iskelette küçük değişikliklere neden olmuş olmalıdır.
Bazı uzmanlara göre beynin konuşma bölgeleri 2 milyon yıl öncesinden gelişmiştir. Ancak iskelet yapılarına bakıldığında bunun kanıtlarına pek ulaşılamaz. Turkana Çocuğu’na ait 1,5 milyon yıl öncesine tarihlenen fosil kalıntı incelendiğinde, kaburgaları ve omurga içinde sinirlerin geçtiği deliklerin küçüklüğü, konuşmayla ilişkili görünen nefes kontrolünden yoksun olduğunu gösterir.
Anatomik gereklilikler:
Konuşma yeteneği düşüncenin bir ürünüdür ve beyinsel aktiviteler ile doğrudan bağlantısı olduğu uzun süredir bilinmektedir.
* Konuşma yetisinin gerçekleşebilmesi için biyoevrimsel anlamda olmak üzere insanda zihinsel ve bedensel nitelikteki bazı oluşumların önceden yer almış olması gerekir. Bu oluşumlardan zihinsel olanı beyinde bulunan Broca ve Wernicke alanlarıdır.

Wernicke alanı konuşmanın içeriğinden ve kavranmasından sorumludur. Broca alanı ise beynin konuşma esnasında dudak, çene, dil, yumuşak damak ve ses tellerinin kaslarını kontrol eden alanıdır. Wernicke alanı bir sinir demeti ile Broca alanına bağlıdır. Bu konuşma merkezleri, genelde, hatta solak insanda bile beynin sol yarı küresindedir.
İnsan beyninin fonksiyonel alanları
* Konuşma yetisini nörolojik anlamda sağlayan Broca alanı, insanın konuşabilmesi için gereklidir ancak tek başına yeterli değildir. Buna ilave olarak insanın konuşabilmesi için, bunu gerçekleştirebilecek bir boğaz yapısına da sahip olması gerekir.
* Bedensel olanları ise konuşmaya olanak sağlayacak türden sesleri çıkartmaya uygun bir yapıya sahip gırtlak (larynx), yutak (pharynx) ve dil (lingua) olarak özetlenebilir. Boyun kısmında bulunan ve dilin ağız içinde hareket edebilmesini saplayan dil kemiği (hyoid) de konuşmada önemli bir görev görür.
Bu kapsamda gırtlağın (larynx) boynun neresinde bulunduğu büyük önem taşır. Çünkü bu özellik, söz konusu memeli türünün hangi sesleri çıkartılabileceğini doğrudan etkiler. Gırtlak boynun yukarı kısmında ise ancak kısıtlı sayıda farklı ses çıkartılabilir.
Bu nedenle insan yavruları belli bir yaşa gelene kadar ancak bazı belirli sesleri çıkartabilirler. Doğumu izleyen 1-1,5 yıl içinde gerçekleşen bazı anatomik başkalaşımlar sonucu gırtlağın bulunduğu yerde önemli değişiklikler meydana gelir ve gırtlak boynun alt kısmına doğru iner. Bu durumda yutak bölgesi genişler ve konuşma yetisi için gerekli tüm seslerin çıkarabilmesine olanak veren alan oluşmuş olur.
Konuşmayı sağlayan organlar
Bir yandan türümüzün nöro-fizyolojik evrimsel oluşumu, diğer yandan sosyal yaşamın etki-tepki ilişkileri içinde gelişen bu durum, gerçek anlamdaki “konuşma yetimiz”in oluşmasını etkilemiş olsa gerektir.
Öncelikle insanın zaman içindeki bedensel özelliklerinin oluşumsal gelişimi ve bunu izleyen; toplumlardaki birey sayısı, sosyal yaşam biçimi, yaşamda karşılaşılan sorunların nicelik ve niteliği gibi çeşitli öğelerle doğrudan bağlantısı olan konuşma yetisi, zamana yayılan ve basitten karmaşığa doğru evrilen bir sıralı düzeni izlemiş olmalıdır.
FOXP2 geni:
Son zamanlarda yapılan araştırmalar, insanın konuşma yetisini, mutasyona uğramış bir gene borçlu olduğunu ortaya çıkartmıştır; FOXP2 geni.
FOXP2 geni ince motor beceriler, koordinasyon ve konuşma için gerekli karmaşık sesleri üretmekle ve muhtemelen karmaşık taş aletler yapmak için gerekli icra işlevleriyle ilişkilidir.
Bu gen, beyinde aktif olan ve şempanzelerden ayrıldığımızdan beri insanlarda kısa sürede hızlı ve benzersiz evrim geçiren bir gendir.
Bazı bilim insanlarına göre FOXP2 geni üzerinde en son seçilim olayı 200.000 yıldan, hatta olasılıkla 50.000 yıldan daha kısa bir süre önce gerçekleşmiştir. Bazı bilim insanlarına göre ise FOXP2 geni bugünkü modern şekli ile 120.000 yıl öncesinden beri vardır. Ancak üzerinde genel kabul gören görüş, bu genin 50.000 yıl önce oluşan bir mutasyon sonucu ortaya çıktığı şeklindedir.
(Sonraki yazımda, konuşma yetisini insan türleri bazında inceleyeceğiz.)