GÖBEKLİ TEPE’YE GİDEN YOL-6: ALTAYLILAR II

Kaldığımız yerden devam ediyoruz.
Genetik karışım:
* Almanya’nın Max Planck Evrimsel Antropoloji Enstitüsü’nden Profesör Svante PAABO ise, sadece anneden geçen mitokondriyal DNA (mtDNA) analizleri yapılan dişlerin 170 bin yıl öncesine ait olabileceğini ve Altaylı insanların farklı zamanlarda mağarada yaşamış olduğunu düşündüklerini belirtmektedir. Altaylı insanları, neandertallerin Doğu Avrupa’da yaşayan uzak akrabaları olarak tanımlayan PAABO, türün Papua Yeni Gine Avustralya yerlilerine uzanacak kadar Asya’ya yayılmış olabileceğini söylemektedir.
Söz konusu fosil kalıntıları, Altaylıların bugün insanlar üzerinde önemli bir etkisi olduğunu göstermektedir. Bilim insanları, modern Yeni Gine’de bulunan genlerin %6’sının ve Avustralya Aborjinlerinin DNA’larının %3-5’inin Altaylı DNA’sından oluştuğunu tespit etmişlerdir.
Ama bu husus akıllarda yeni bir soru yaratmaktadır: Altaylıların Avustralya’daki torunları, Altaylıların Sibirya’daki yuvalarından neden bu kadar uzaktaydı? En basit açıklama Altaylıların sadece Sibirya’da değil, Güneydoğu Asya ve da dahil olmak üzere Asya’nın büyük bir bölümünde yaşamış olduklarıdır.
Geçmişteki araştırmalar modern insanlardaki neandertal gen akımına dair bilgiler ortaya çıkarmış olsa da modern insanlarda devam eden Altaylı DNA’sı hakkında çok daha az şey bilinmekteydi. Bu konu hakkında daha fazla şey öğrenebilmek için araştırmacılar 35’i Kuzey Melanezya Adası ve Papua Yeni Gine’den olmak üzere, dünya çapından 1,523 kişinin genomunu incelendiler.
Sonuçlar, Afrikalı olmayan tüm popülasyonlarda yaklaşık %1,5-4 oranında neandertal DNAsı varken, Melanezyalıların önemli oranda Altaylı DNA’sı taşıyan tek popülasyon olduğunu ortaya koymuştur. Melanezyalılarda %1,9 ila %3,4 oranında Altaylı DNAsı olduğu görülmüştür. Yani Altaylılar ile ilgili veriler, Kuzey Sibirya’daki bir mağarada bulunan bir küçük parmak kemiğinden gelmesine rağmen fark edilir oranda Altaylı genine sahip tek insan popülasyonu bu mağaradan binlerce km uzaklıkta, Melanezya’da bulunmaktadır. Bu bulgu, Altaylıların yaşam alanının neandertallerden çok daha geniş olduğunu, Sibirya’dan Güneydoğu Asya’ya kadar uzandığını düşündürmektedir.
Araştırmacılar, bu düşük görünen yüzdelerin yanıltıcı olduğunu söylemektedirler. Çünkü araştırmada farklı insan grupları çiftleştiğinde, arkaik DNA’ya karşı gelişen bir doğal seçilim olduğu da keşfedilmiştir. Bunun sonucu olarak da bugün mevcut olan neandertal ve Altaylı genleri yüzdesi, büyük ihtimalle gerçekten gerçekleşen türler arası çiftleşme oranını yansıtmamaktadır.
Denisova Mağarası ve buradan yayılımı gösteren harita
Son yapılan araştırmalar Altaylıların Asya’da dolaştıklarını, Çin ve Güneydoğu Asya’da, homo sapiens ve neandertallerin atası olarak kabul edilen homo erectus ile çiftleşmiş olabileceklerini de düşündürmektedir.
Neandertal ve Altaylı gen akımının haritasını çıkaran uzmanlar, neandertallerle gen karışımının tarih boyunca en az 3 kez gerçekleştiğini ortaya koymaktadır.
Teknoloji ve sanat anlayışı:
Ayrıca mağarada Altaylı insanının sanat yeteneğini ve anlayışını ortaya koyan eserler de zaman içinde yapılan kazılarda bulunmuştur.
Taç:

Bunlardan birisi 50.000 yıl öncesine tarihlenen ve mamut dişinden yapılmış bir taçtır.
Söz konusu taç (ya da diadem), 50.000 yıl önce, fildişinden zarif iğneler ve sofistike ve güzel bir taş bilezik yapmak için teknolojiye sahip olduğu bilinen Altaylılar tarafından yapılmış olabilir. Aynı zamanda bu taç, tüm dünyada türünün en eski örneği de olabilir. Saçları gözden uzak tutmak gibi pratik bir amacı var gibi gözüken bu tacın boyutları, bir erkeğin kullandığına işaret etmektedir.
Bundan 20.000 yıl sonra, Yakutistan’da Yana nehri çevresinde yaşayan insanlar tarafından yapılan taçlarla ilgili bir başka teoriye göre ise, bu taç, bir pasaport veya kimlik gibi insanların ailelerini veya kabilelerini belirtiyor olabilir.
Tacın üzerindeki izler, arkeologların dünyanın en önemli mağaralardan biri olarak gördüğü bu mağarada kırılmış olarak atılmadan önce oldukça yıpranmış olduğunu göstermektedir. Bununla birlikte, dev canlılar Sibirya’da yaşarken yünlü mamut dişinden yapılmış tacın üstünde hiçbir dini sembol veya süs bulunmamaktadır.
Uzmanlara göre; taç, Ayı Taş Mağarası’ndaki insanların kullandığı, suya batırma, bükme, öğütme, cilalama ve delme gibi, mamut dişi işlenmesinin tüm olası yollarını göstermektedir. Bunlar, genellikle Paleolitik dönemde kullanılan, ancak genellikle homo sapiensin aktiviteleri ile ilişkili A’dan Z’ye kadar olan tüm olası teknolojilerdir. Burada muhtemelen daha eski bir kültür söz konusudur çünkü mağarada homo sapiense ait tek bir kemik parçası bile yoktur.
Bilezik:
Mağarada bulunan bir başka süs eşyası ise resimde görülen bilekliktir.
Dünyada bilinen en eski taş bilezik olarak bilinen bu eser, eski homo sapiens tarafından değil, soyu tükenmiş erken insan türü olan Altaylılar tarafından yapılmıştır. Bileziğin, sadece özel günlerde çok önemli bir kadının veya çocuğun taktığı düşünülmektedir.
Daha önce 40.000 ila 50.000 yıllık olduğuna inanılmakla birlikte yeni bulgular bileziğin 65.000 ila 70.000 yıllık olabileceğini göstermektedir yani eski insanların böyle olağanüstü objeler yapabilmeye yetenekli oldukları düşünülen zamandan uzun zaman önce. Bundan dolayı bilim insanları, Altaylıların düşünülenden çok daha gelişmiş bir insan türü olduğuna inanmaktadır.
Bileziğin dikkat çekici özelliği ise yapım tekniğinin, Neolitik gibi çok daha geç bir dönemde yaygın olması ve bu döneme ait bir teknikle yapılmış olmasıdır. Altaylı insanların bileziği nasıl yaptığı hala kesin olarak bilinememektedir. Klorit taşı mağaranın yakınlarında bulunmadığı için buraya en az 200 km uzaktan getirildiği düşünülmektedir.
Rus Bilimler Akademisi Arkeoloji Enstitüsü’nden Anatoly Derevyanko’ya göre ““Bilezik büyüleyici! Güneş ışığında güneş ışınlarını yansıtırken, geceleri ateş yanında koyu yeşil bir renk alıyor.” Arkeoloji Enstitüsü Müdür yardımcısı Mikhail Shunkov’a göre ise bu keşif günümüzde yok olmuş olmalarına rağmen Altaylıların, homo sapiens ve neandertallerden daha gelişmiş olduğunu göstermektedir.
Boncuklar:

Bir başka ele geçen süs eşyası da 50.000 yıl öncesine tarihlenen ve devekuşu yumurtasından yapılmış boncuklardır. Ayı Taş Mağarasında bulunan mükemmel bir şekilde delinmiş boncuklar, 50.000 yıl önceki akrabalarımız Altaylıların zanaatkarlıkta geldiği noktayı göstermektedir.
Arkeologlar boncukların 50.000 ila 45.000 yıl öncesine, Üst Paleolitik döneme tarihlendiğini belirtmekte ve 11.500 kilometre uzakta yer alan Güney Afrika’daki benzer buluntulardan daha eski olduğunu söylemektedirler.
Novosibirsk’teki Arkeoloji ve Etnografya Enstitüsü araştırmacılarından Maksim Kozlikin, bunların sıradan bir keşif olmadığını, bulduklarında tüm ekibin heyecanlandığını belirtmektedir. Kozlikin; “Bu muhteşem bir işçilik. Devekuşu yumurtası kabuğu oldukça dayanıklı bir malzeme fakat boncuklardaki delikler kaliteli taş delicilerle yapılmış olmalı. O dönemde bunu yapan kişi çok yetenekli bir sanatçı olmalı.” diyerek hayranlığını ifade etmektedir.
Dikiş iğnesi:

Altaylıların gelişmişlik seviyelerini ortaya koyan başka bir buluntu da 50.000 yıl önce yapıldığı tespit edilen dikiş iğnesidir. Henüz tanımlanamayan bir kuşun kemiğinden yapılmış 7 cm. uzunluğunda ve 7 mm. kalınlığındaki bu iğne, bugüne kadar bulunan en eski iğne olma özelliğini taşımaktadır.
50.000 yıl önce Altaylı insanı tarafından kemikten yapılmış iğne
Rus Bilimler Akademisi Arkeoloji Enstitüsü yetkilileri bu iğne için “Bu eski usta, daha önce Paleolitik dönemde görülmeyen yaylı matkap kullanımı, delik açmak için törpü kullanımı, farklı oranlarda tabakalanmış deriyle cila ve zımparalama tekniklerinde oldukça becerikliydi” demektedirler.
Bilinen en eski hayvan biçimli figürin:
Bilim insanlarını hayrete düşüren ve Ayı taş Mağarası’nda elde edilen bir başka çok önemli bulgu da kesin yaşı henüz doğrulanmamış olmakla birlikte yaklaşık 40.000 ila 45.000 yıl önce bir Üst Paleolitik sanatçı tarafından yapılmış olabileceği tahmin edilen figürindir.
* 42 mm uzunluğunda, 8 mm kalınlığında ve 11 mm yüksekliğindeki kıymetli küçük figürin, bir mağara aslanını (Panthera spelaea, lat) betimlemektedir. 
Aslanın kafası eksiktir ve görülen kısımları arka bacakları, kasıkları, sırtı ve karnıdır. 18 sekiz sıra çentik süsü ile kaplıdır. Aslanın sağ tarafında dört çentik bulunan iki sıra daha vardır.
Arkeologlara göre heykelcik, midesi sıkışmış, arka bacakları bükülmüş bir hayvanı betimlemektedir. Ya dörtnala koşmakta, zıplamakta ya da zıplamaya hazırlanmaktadır. Hayvan, tipik olarak avlarını yakalamaya hazır oldukları andaki büyük kedilerin durduğu pozisyonda bulunmaktadır.
Ayrıca heykelcik kırmızı aşı boyası ile boyanmış durumdadır. Her ne kadar kırmızı aşı boyasının tinsel ritüellerde kullanıldığı bilinse de bu figürinde ne maksatla kullanıldığını kanıtlayacak bir veri henüz bulunamamıştır.
Arkeologlar Ayı Taş Mağara Aslanı’nın daha önce dünyada bulunmuş hiçbir şeye benzemediğinden eminler. Bu stile en yakın olan figürünler, güneybatı Almanya’daki Vogerfelt Mağarası’ndan ve güneybatı Fransa’daki mağaralardan gelen mağara aslan figürinleridir.
* Bilim insanlarının yaş tahminine göre Ayı Taş Mağarası’nda bulunan bu heykelciğin “bilinen en eski hayvan figürini” olduğu söylenebilir.
SONUÇ:
Görüldüğü gibi Altaylılar hakkındaki çalışmalar 2008 yılında mağaranın keşfedilmesi ile başladığı ve araştırmalar bugün için sadece 12 yıllık bir süreyi kapsadığı halde, Altaylı insanı hakkında sadece çok küçük fosil kalıntılarından ve fakat çok önemli bilgilere ulaşmış durumdayız.
* Bilim insanları, sadece elde edilen çok sınırlı bu bilgi ve bulgulara dayanarak dahi Altaylıların bilişsel ve kültürel olarak en az neandertaller ve homo sapiens kadar gelişmiş hatta onlardan daha ileri bir insan türü olabileceğine inanmaktadır. 
* Bu kadar kısa süre içinde elde edilen ve yukarıda aktarmaya çalıştığım hayret verici bulguların çoğaltmak ve bu insan türü hakkında detaylı bilgilere ulaşmak için daha çok arkeolojik kazı yapılması gerekmektedir.
İnanıyorum ki Üst Paleolitik Çağ’da (45.000-12.000) dünya üzerinde mevcut üç insan türünden birisi olan Altaylılar hakkında yapılacak olan yeni ve daha detaylı araştırmalar; gelecekte bize daha net kanıtlar sunacak ve de Türklerin ata yurdunun göbeğinde bulunan ve bu nedenle de çeşitli kaynaklarda Türk ırkının atası olarak gösterilen bu insanların yaşadığı Ayı Taş Mağarası bize çok çarpıcı sonuçlar verecektir.
Ayrıca Sibirya’yı da içine alacak şekilde Türkistan bölgesinde yapılacak araştırmalarda ele geçecek yeni bulgular (kurgu tarihçiler tarafından çarptırılmaz ve ya yok edilmezse), Türk ırkı hakkında ileri sürülen; bazı bilim insanlarına göre brakisefal (yuvarlak kafalı), bazılarına göre dolikisefal (uzun kafalı), bazılarına göre Türkistan’ın batısında yaşayanların brakisefal ve anavatandan doğuya doğru hareket edenlerin ise buradaki sarı ırk ile karışması nedeniyle farklılaşarak dolikisefal olması gibi farklı teorilerin hangisinin geçerli olduğunu ortaya koymak açısından daha net kanıtlar sunacaktır.
Bu sonuçları tarafsız bir şekilde elde edebilmek için de yapılacak kazılarda, Türk olmanın erdemini yaşayan ve gururunu taşıyan bilim insanlarımızın yer alması hayati önem taşımaktadır diye düşünüyorum.
Esen kalın!