GÖBEKLİ TEPE’YE GİDEN YOL-22: YAŞAM BİÇİMLERİ

Merhabalar,
Buraya kadar insanın evrimini, evrim yolunda ortaya çıkan insan türlerini, bu türlerin geliştirdiği alet teknolojilerini, buna bağlı olarak gelişen bilişsel düzeyin somut göstergesi olan sanatın ortaya çıkışını, bu sanatın var olma nedenini anlatmaya çalıştım.
Bu ve sonraki birkaç bölümde de Göbekli Tepe’ye Giden Yol’a döşeyeceğimiz taşlar; tarih öncesi insanların ne şekilde yaşadıkları, “toplum” adını verdiğimiz bir arada yaşama becerisine sahip insan topluluklarının nasıl ortaya çıktığı ve bu toplulukların sahip olduğu “kültür” olgusunun nasıl oluştuğu olacaktır.
Bugün yaşam şekilleri ile bu konulara giriyoruz.. buyurunuz.
* Tarih öncesi insanının davranış biçimlerinden bir bölümünün günümüzde arkeolojik belge olarak ulaşma ihtimalinin olmasına karşılık, bazı davranışlarının örneğin dillerinin, tinsel dünyalarının, düşünce yapılarının veya sosyal değerlerinin ileriye yönelik somut hiçbir kalıntı bırakmayan ögeler olduğu hatırda tutulmalıdır.
*Günümüz verilerine göre insan en azından 6 milyon yıldır dünya üzerindeki evrimsel gelişimini sürdürmektedir ancak bu dönemin %99’unu asalak bir canlı olarak geçirmiş, doğanın sırtından geçinmiş, yalnızca almış, yerine koymamış, ancak geriye kalan %1’den az zaman diliminde önce besi üretimine geçmiş, daha sonraları maden kullanımına başlamış, uzay çağını başlatmış, kısacası günümüzdeki teknokültürel düzeye ulaşmıştır.
* Evrim sürecinin başlangıcından Holosen’in başlangıcına kadar olan süreçte, insan türlerinin ekonomik anlamdaki yaşam biçimlerini üç aşamada ele alabiliriz; yağmacılık, toplayıcılık ve avcılık.
Göbekli Tepe zamanında var olan ve tarıma geçişten önceki son aşama olan “avcı-toplayıcı” yaşam tarzı ise son iki modelin bir bileşimi olarak ortaya çıkmıştır.
YAĞMACILIK:
* Antropo-arkeolojik anlamda yağmacı denildiği zaman, karınlarını doyurmak için belirli bir seçimleri olmayan, yenilebilir cinsten ne olursa, nerede ve ne zaman bulursa onu yiyeni kısacası yalnızca doğada hazır olarak buldukları her türlü yenilebilir nesneden yararlanmak suretiyle karınlarını doyuran, bunu gerçekleştirmek için de kendilerince hiçbir çaba veya güç harcamayan hepçil bireylerden oluşan toplumlar kastedilir.
TOPLAYICILIK:
Toplayıcılık ise yörede bulunan bitki örtüsüne bağlıdır ve doğada yabanıl olarak bulunan yenilebilir türdeki bitkilerin (kök, yaprak, filiz, meyve, kabuklu yemiş vb.) karın doyurmak için toplanması anlamına gelir. Böylesine toplumlarda arada et de yenir, ancak bir bütün olarak bakıldığında alınan protein miktarı düşüktür.
Uygulandığı süre boyunca toplayıcılığın fazla güç gerektirmeyen bir yaşam biçimi olması nedeniyle bu yöntemin daha ziyade söz konusu toplumlardaki kadın ve belirli yaşa gelmiş çocuklar tarafından gerçekleştirildiği sanılmaktadır.
AVCILIK:
Avcılık ise, belirli bir teknolojiye sahip toplumlara mensup bireylerin, çevre koşullarının sağladığı olanaklardan yararlanarak, önce yörede yaşayan ve genelde yavaş hareket eden hayvanları, daha sonra ise küçük ve büyük memelileri yakalamak suretiyle karınlarını doyurma yöntemidir.
* Pleistosen’in sonlarına doğru avcılık olgusunun yelpazesi genişlemiş, avlanabilmeleri için özel yöntemlere ve tekno-kültürel nitelikte olta, balık ağı, sapan ve kapan türü araç-gerece gereksinim duyulan balık ve kuşlar da avlanan hayvanlar listesine dahil edilmiştir.
Gerçek anlamda avcılık ancak belirli deneyim ve düzen çerçevesinde gerçekleştirilebilen, bu amaç doğrultusunda belirli bir çaba ve özellikle de fiziksel anlamda güç/kuvvet harcanmasını zorunlu kılan tekno-kültürel bir olgudur.
Günümüz endüstrileşmiş topluluklarında olduğu gibi Plio-Pleistosen dönemde de avcılığın büyük oranda erkekler tarafından gerçekleştirilmiş olması akla yatkın gelmektedir.
Avcılık esas itibarı ile her ne kadar erkeklere düşen bir iş olsa dahi, kadınların bu konuda, dolaylı da olsa, önemli görevleri üstlendikleri bilinmektedir. Erkelerin avlayarak yaşam alanına (açık hava yerleşmesi, kaya sığınağı, mağara vb.) getirdiği iri hayvanların derilerini yüzmek, etlerini parçalara bölmek, etleri pişirmek, postlarından giysi, çarık, çadır bezi yapmak, işe yarar kemik ve boynuzları alet yapımı için saklamak, sinirlerinden sırım yapmak, yararlanılabilecek diğer organları seçmek, yanan ateşin sönmemesini sağlamak ve benzeri daha az güç gerektiren işleri gerçekleştirmek büyük oranda kadınlar tarafından yerine getirilmiş olsa gerektir.
Bazı dönem ve yerlerde genellikle küçük, bazı yerlerde ise iri yapılı memelilerin egemen olduğu bilinmektedir. Bunların arasında özellikle yalnız başlarına değil, sürüler halinde yaşayan mamut, mastadon, gergedan gibi iri memelilerin avlanabilmesi, avcıların tek başlarına yapabilecekleri bir iş değildir.
– Bu tür hayvanların yakalanabilmesi için mutlaka ortaklaşa ve aynı zamanda uyumlu bir iş birliği gereklidir.
– Üstelik böylesine güçlü ve tehlikeli hayvanları avlamak için doğrudan yakın temasa geçmeden uzaktan kullanılan kargı veya mızrak türü aletlerin geliştirilmiş olması da gereklidir.
– Bu nedenle evrimin başlangıç aşamasında söz konusu iri memelilerin pek sık avlanmadığı anlaşılmaktadır.
Pliosen ve Pleistosen dönemi boyunca avlanan bu hayvanların bazılarının bataklığa saplanarak, bazılarının uçurumdan düşerek, bazılarının ise diğer yırtıcı hayvanların saldırısına uğrayarak yağmacı toplumlar tarafından tüketilmeye uygun hale geldikleri düşünülebilir.
Daha sonra gelişen başarılı avcılık uygulamaları; zaman içinde avcı toplumların öngörülerinin gelişmesine, kendilerine olan özgüvenlerinin artmasına, belirli bir plan dahilinde birlikte çalışmayı öğrenmelerine, aralarında iletişim kurabilmelerine ve zamanla uzmanlık kazanmalarına doğrudan katkı sağlamış, ayrıca “paylaşma” kavramının gelişmesini sağlamış, insanın gelişkin bir beyin yapısına, iki ayak üzerinde daha rahat hareket edebilmesine ve ellerin tutma yeteneğinin gelişmesine neden olmuştur.
Bu kapsamda avcı toplumların genel yaşam alanlarının geniş bölgelere yayılmış olduğu anlaşılmaktadır. Ancak avlandıktan sonra etin bozulmaması için kadınlar ve çocuklar dahil bütün bireylerin muhtemelen av alanına yakın bir bölgede yaşıyor olmaları gerekmiştir. Dolayısı ile, kampların av alanının yakınlarında ve kısa süre içinde gidilip gelinebilecek bir mesafede kurulmuş olması zorunludur.
AVCI-TOPLAYICILIK:
Bu yaşam şekli, yukarıda belirtilen “avcılık” ve “toplayıcılık” modellerinin birleşimini tarif etmektedir. Burada erkekler genellikle “avcı” olarak görev yaparken, dişiler ise “toplayıcı” misyonunu üstlenmişlerdir.
Tarıma geçişten önceki aşama olarak ifade edilen avcı-toplayıcılık aslında bugün bile halen dünyanın bazı bölgelerinde örneğin Avustralya Aborjinleri, bazı Afrika kabileleri ve Inuitler (bilinen adıyla Eskimolar) tarafından yaşatılmaktadır.
ATEŞ-İNSAN İLİŞKİSİ:
Tabi burada söz edilmesi gereken bir husus da ateş-insan ilişkisidir. Çünkü Paleolitik Çağ insanı için ateş büyük önem taşımıştır.
Her ne kadar ateşten korkulsa da ısıtması, aydınlatma sağlaması, sıcaklık vermesi, vahşi hayvanlarda korunmayı sağlaması gibi nedenlerle de sevilmiştir.
* Ateşin 1,8 milyon yıl önce keşfedildiği ve 1,6 milyon yıl önce de kontrol altına alındığı (yani istenildiği zaman yakılıp, istenildiğinde söndürülmesinin sağlandığı) yapılan araştırmalarda ortaya çıkarılmıştır. Pleistosen çağda birçok yerleşim yerinde taşlardan meydana getirilerek oluşturulmuş ocak izlerinde 400-600 °C’lık yanık izlerine rastlanmıştır. Bu da açık alanda yakılmış bir kamp ateşinin ulaşabileceği sıcaklık seviyesidir.
Afrika, Avrupa ve Çin’de ateşin kullanılması ile ilgili arkeolojik bulgulara rastlanılmıştır. Fosil insan Ekvator bölgesinden uzaklaşıp, soğuk iklimlerin egemen olduğu bölgelere doğru yayıldıkça, ateşin onun için daha yaşamsal bir anlam ve önem kazandığı düşünülebilir.
* Ateşin en önemli fonksiyonu ise insanın evrimine sağladığı katkıdır. Ateş sayesinde daha önce çiğ tüketilen besinleri pişirmek mümkün hale gelmiştir. Bunun sonucu olarak, besinler daha kolay yenebilmiş, çiğneme görevini yerine getiren dişler küçülmüş, bağırsaklar kısalmış, böylelikle günlük gereksinim duyulan enerji miktarı azalmış ve tasarruf edilen enerji insan beyninin fizyolojik anlamda gelişmesine katkıda bulunmuştur.
Bağırsaklar beyin kadar olmasa da çok fazla enerjiye ihtiyaç duyduklarından vücudumuzdaki en “pahalı” organdır. Dolayısı ile daha kısa bağırsak daha büyük bir beyin için gereken enerji tasarrufunu sağlamıştır.
Uzun bağırsaklar ve büyük beyinler çok ciddi enerji tükettiklerinden, ikisine aynı anda sahip olmak çok zor olmuştur. Yiyecekleri pişirme, bağırsakları kısaltıp enerji tüketimini azaltarak neandertaller’in ve homo sapiens’in devasa beyinlerinin önünü açmıştır.
* Ateş ayrıca insanlarla diğer hayvanlar arasındaki ilk büyük farkın oluşmasını sağlamıştır. İnsanlar ateşi kullanmayı öğrenince hem itaatkâr hem de potansiyel sınırsız bir güce kavuşmuşlardır. Ateşin kontrolü daha sonra olacakların habercisidir.
Ateşin bilinçli olarak kullanılmasında itibaren fosil insanın doğrudan yaşamına giren, zaman içinde onun ayrılmaz bir parçası olan ocak ve ocağın etrafında gerçekleştirilen gündelik yaşamın, farklı toplumlar arasında dahi yaygın bir benzerlik gösterdiği söylenebilir.
Anlaşıldığı kadarı ile ocak, tarih öncesi toplumların genel anlamda yaşamlarını elden geldiğince huzurlu bir şekilde sürdürdükleri ve gündelik işlerinin önemli bir bölümünü da orada geçirdikleri bir alanı oluşturmaktadır. Bu yöntemin günümüzde üç farklı kıtada (Afrika, Avustralya ve Kuzey Amerika), henüz endüstrileşmemiş üç değişik toplumda (Kung Bushman kabilesi, Aborjinler ve Novajo Kızılderilileri) aynen uygulanmış olması basit bir rastlantının ötesinde, insan doğasının gereği temel bir davranışı ifade etmektedir.
“İnsan ve Alet” konulu bölümlerde verdiğim bilgiler ile burada verdiğim bilgileri bir araya getirdiğimizde aklıma şu soru geliyor.
– Eğer hayvan kemiklerinden ilik çıkartmak kadınların görevi ise ve ilk taş aletler de bu ilikleri çıkartmak için tasarlanmış ise, bunları kadınlar düşünmüş ve tasarlamış olabilirler mi? Yani ilk taş aletleri yapanlar erkekler değil de kadınlar mı?
Aynı mantığı “ateş” konusu için de yürütebilir miyiz? Ne dersinizin?
ÖZET OLARAK;
6 milyon yıllık besin üretimi öncesindeki yaşamı boyunca insanın, yağmacılık, toplayıcılık, avcılık yöntemlerini birleştirmek suretiyle uyguladığı ve sonuçta da türünün devamlılığını başarıyla sürdürdüğü görülmektedir.
Ancak insanların bütün bir yıl boyunca tek bir yaşam biçimini sürdürmediği, mevsimsel gerekliliklere göre bunları dönüşümlü olarak uyguladığı unutulmamalıdır.
Tarih öncesi toplumların, hangi yaşam biçimini seçerlerse seçsinler her zaman yiyecek bulma konusunda başarılı olmadıklarını da hatırda tutmak gerekir. Ayrıca yeterli yiyecek bulsalar bile bunları kısa sürede bozulmadan tüketmeleri söz konusudur. Bunun için de insanın, birkaç gün için gerekli olan miktardan fazla yiyeceği avlamanın/toplamanın yarar sağlamayacağını öğrenmiş olması doğaldır.
Bununla birlikte tarım öncesi avcı toplayıcılar, doğayla uyum içinde olmak bir yana muhtemelen yeryüzündeki birçok büyük hayvan soyunun tükenmesinden sorumludur.
Arkeolojik kalıntılarda yer aldığı üzere, Tarım Devrimi’nden hemen önce, avcı-toplayıcı halkların uzak alanları kolonileştirmelerini, kuşkulu bir biçimde birçok büyük (ve muhtemelen yenilebilir) kuşun ve memelinin silinmesi izlemektedir.
Bu nedenle tarih öncesi insanlar besinlerini (coğrafi gerekliliklere göre) toprağa gömme, buza gömme, kurutma, tütsüleme gibi yöntemlerle saklamışlardır.
Ancak göçebe tarzı hareketli bir yaşam süren bu insanların çok fazla mal birikimine sahip olamayacakları göz önünde bulundurulursa, bu insanların “bugün bana yarın sana” ilkesini uygulayan, elinde besin maddesi olanların olmayanlarla paylaşabildiği eşitlikçi toplumlar olduğu iddia edilebilir.
Ancak Neolitik Dönem ile ortaya çıkan üretim ekonomisi, toplumların eşitlikçi yapısını ortadan kaldırmış ve uygarlığın gelişimine paralel olarak sosyal tabakalaşma ve bunun getirdiği sınıfsal ayrımlar bu eşitlikçi yapıyı ortadan kaldırmıştır.
Sevgiyle kalın!

FAYDALANILAN KAYNAKLAR:
Güven ARSEBÜK, Uzak Geçmişimize Dair Okumalar
Güven ARSEBÜK, Geçmişe Doğru Bir Bakış
Richard DAWKINS, Ataların Hikayesi Yaşamın Kökenine Yolculuk
Dimitra PAPGIANNI & Michael A. MORSE, Neandertal

Yuval Noah HARARI, Hayvanlardan Tanrılara Sapiens