KAZIM MİRŞAN

– “Tarihin sıfır noktası” diye ifade edilen Göbekli Tepe hakkında bugüne kadar birçok kitap yazıldı. Ben de uzun süredir yaptığım araştırmalar sonucunda derlediğim bilgileri, konu hakkındaki görüşlerimi ve Göbekli Tepe hakkındaki tezimi “Her Yönü ile Göbekli Tepe” adını verdiğim kitabımda topladım.
– Ancak benim kitabımın bugüne kadar yazılmış kitaplardan bir farkı vardı; madem ki insanlık tarihinin bilinen bu en eski tapınağı Anadolu topraklarında ve her üç semavi din için de kutsallık barındıran Şanlıurfa ile yan yanaydı, o zaman burada Türklere ait bir şeyler olmalıydı…
* Ve evet, Göbekli Tepe Türklere ait bir kült alanıydı.
– Kitabımı kaleme aldıktan sonra basımı için, arkeoloji ve tarih yayınları alanında sektörün bilinen yayınevlerinden birisi ile irtibata geçtim ve aldığım yanıt şu oldu; “biz akademisyen olmayanların kitaplarını basmıyoruz”.
– Daha sonra kitabımı (parasını ödeyerek) bir yayınevine bastırdım. Bu sefer de kitabımdan haberdar olan akademisyenler şu eleştiriyi yöneltti “Sen akademisyen değilsin, böyle bir kitabı yazamazsın”.
– Ekim 2019 ayı içerisinde İstanbul’da verdiğim “Göbekli Tepe ve Ön-Türk İnancının İzleri” konulu konferansımın organize eden kurum tarafından twitter üzerinde yapılan tanıtımına yine bir akademisyen şu cevabı yazmıştı; “Akademisyen olmayan birisine böyle bir konferans verdiremezsiniz. Derhal konferansı iptal etmenizi tavsiye ediyorum”.
* Bu ne kibir… bu ne ön yargı… bu ne ukalalık…
– Bu ülkede her şey akademisyenlerin tekelinde mi? İnsanımız ve özellikle de gençlerimiz, akademisyenlerin istikballeri ve akademik ilerleme uğurunda savunduğu Türk tarihini yok etmeye veya ortaya çıkartmamaya yönelik batı tezlerini okumak zorunda mı?
– Bu sözlerim tabii ki tüm akademisyenlere değil. Türklük bilincini yaymaya, gerçekleri yazmaya, tarihi doğru olarak ortaya koymaya çalışan bilim insanlarımız da var, ancak ne yazık ki sayıları az.
– En son geçen gün, profesör (!) unvanına sahip bir kişi ile; benim ilgi alanıma giren ve “Türklerin Kadim İnancı” adlı kitabımda yer verdiğim konulardan bazılarını içeren yeni kitabı hakkında konuşmak, kitabında yer alan ve bence “doğru” olmayan konularda görüş alış-verişinde bulunmak ve kendi kitabımdan da söz etmek için sosyal medya yolu ile irtibata geçtim. Çok kısa süren yazışmamızın özeti olarak bana şunları söyledi; “ben akademisyen olmayanların kitaplarını okumam, seninle tartışmak için kıymetli zamanımı harcayamam, sen benim kitabımı al oku”.
– Terbiyesizlik sınırına dayanmış bu nezaketsizlik ve kibir ile yüzleşince, Türk tarihine ömrünü adamış rahmetli Kazım MİRŞAN’ın sağlığında bu “kibir” ile ile yaptığı mücadeleyi daha iyi anladım. Ve kendisini sizlere, özellikle gençlere tanıtmak için bu yazıyı yazmaya karar verdim.
– Tabii ki kendimi Kazım MİRŞAN ile kıyaslamıyorum, bunu yapmak haddim değil. Söylemeye çalıştığım, bu sağlıksız yaklaşımın yıllar geçmesine rağmen ne yazık ki hala aynı kalmış olmasıdır.

KAZIM MİRŞAN’I TANIMAK:
* Kazım MİRŞAN 04.07.1919’da Doğu Türkistan’ın il Nehri üzerinde Kuca kentinde dünyaya gelmiştir. Kendisini “ben İçkü Türkistan’ın Kulca şehrinde doğdum. Kimileri Doğu Türkistan veya Şarki Türkistan diyor. Fakat aslım Sibiryalım ve bize Tümenlik diyorlar” şeklinde ifade etmektedir.
18.07.2016 tarihindeki vefatına kadar esas mesleği olan İnşaat Mühendisliğinin yanında ömrünün çoğunu on binlerce yıllık Türk tarihini araştırmaya adamıştır.

Türk tarihi ile ilgili olarak Türkçe, Almanca ve İngilizce dillerinde 60’dan fazla eser yazmıştır. Bu eserlerden bazıları şunlardır:
– Türklerin Kaybolan Ataları
– Şölgentaş Mağarası Resim ve Yazıları
– Proto-Türkçe Yazıtlar
– Erken Türklerin Skandinavya Yazıtları
– Erken Türklerin Anadolu Yazıtları
– Dinlerin Gelişimi. Erken-Türk Dininden Doğan Dinler
Bu eserleri ortaya koymasındaki yetkinliği Almanca, Rusça ve İngilizce bilgisinin yanında Tatarca, Özbekçe, Başkurtça, Tarançıca, Kaşkarlıkça (yani Uygurca), Kazakça, Kırgızca, Azerice ve kendi ana lehçesi olan Tümenlikçe’yi iyi derecede; Yunanca, Latince ve İtalyanca’yı da araştırma yapabilecek kadar bilmesidir. 
Kazım MİRŞAN’nı diğer tüm akademisyen ve araştırmacılardan ayıran yanı ise Etrüsk’çe yazıları dünyada okuyan ilk kişi olmasıdır ve belki de bugüne kadar tektir.
Sadece bu yetkinliği bile Kazım MİRŞAN’ın Türk tarihine çok büyük bir katkı yapmasını sağlamıştır ve bu yönü ile bile baş tacı edilmesi gerekir. O da şudur: 1855 yılında Limni adasının Kamina köyü civarında bir stella bulunmuştur. Bu stella üzerinde kabartma bir resim ile birlikte, Etrüskçe’ye çok benzediği düşünülen bir de yazı yer almaktadır. Stellanın MÖ VII’nci yüzyıla ait olduğu tespit edilmiş ancak yazılar (bu yetkinliğe sahip kimse olmadığı için) okunamamıştır. Bu yazıyı okuyabilen tek kişi Kazım MİRŞAN olmuştur. 
– Bu sayede o dönemde Limni adasının Pelasgların/Etrüsklerin elinde olduğu net olarak ortaya konmuş ve Avrupa uygarlığını kuranların Türkler olduğunun ispat edilmesi yolunda büyük bir adım atılmıştır.
CEVİZ KABUĞU PROGRAMI:

* Kazım MİRŞAN,06 Temmuz 2002 tarihinde ATV’de Hulki CEVİZOĞLU’nın sunduğu “Ceviz Kabuğu” programında (programın tamamına ait içerik yanda resmi bulunan kitapta yer almaktadır) hepimize ders olması gereken şunları söylemiştir:
– Benim asıl alanım çelik konstrüksiyondur. Fakat hobi olarak başladığım bir konu vardı, çok seneler ben bunun üzerinde çalıştım ve asıl mesleğim o hobi alanı haline geldi; bu da eski Türkleri araştırmak.
– (Akademisyenler-KY) İlim denen şeyi üniversitelere ait özel bir şey olarak görürler. Yani, eğer üniversitede bir doktora tezi veya bir şey hazırlayacaksınız, muhakkak suretle o üniversite kadrosunun ele aldığı konular üzerinden hareket etmek mecburiyetindesiniz. Aksi halde size ne doktora yaptırırlar ne de mezun ederler. Yani siz mevcut bilgiler üzerinden gitmek zorundasınız.
Benim ana bulgum, bütün dünyadaki alfabelerin Türk Alfabesi’ne dayandığıdır. Alfabe demek, medeniyet demektir. Yani, hiçbir medeniyet alfabesiz kurulamaz. O halde “bu medeniyeti kuran insanlar da Türklerdir” diyebiliriz rahatlıkla; çünkü alfabe Türklere aittir.
– Ben Etrüsk Yazıtlarını okudum, hiçbir tenkit (olumlu yaklaşım anlamında kullanıyor) yok. Ben Mısır Hiyerogliflerini okudum, hiçbir tenkit yok. Talas Yazıtlarını (İsveç’te-KY) okudum, hiçbir tenkit yok. Ama bir Rus yarı yamalak bir şey neşretse, hemen bizim matbuata geçiyor.
KİTAPLARINI BASMADILAR:

Ve bu yazıma esas olan olayla ilgili Ceviz Kabuğu programında söyledikleri şöyle rahmetli Mirşan’ın: “Benim elimde bu kadar bilgi varken, benim yazdığım kitaplar rafa kaldırılıyor, en acı hadise budur. Kitaplarımı şimdiye kadar basan yayınevi çıkmadı.”
Bu ifade gerçekten bu çok acıdır ve kendisini Türk olarak tanımlayan herkesin içini acıtmalıdır. Ben Kazım MİRŞAN’ın oğluna ulaşarak bazı kitaplarını tıpkı basım şekilden satın aldım. Çünkü başka yolu yok, hiçbir yerde bulamıyorsunuz. Adeta yok etmeye çalışıyorlar bu çalışmaları.
* Bu kadar büyük çalışmaları hayata geçirmiş bir insanın kitaplarını Türkiye’de basacak yayınevi çıkmaması ne kadar acıdır. Bunun nedeni; akademisyen olmaması mıdır, gerçekleri ortaya koyması ve bunun da birçok bilim (!) insanını rahatsız etmiş olması mıdır, Türk tarihini çarpıtmaya ve Türkleri tarih sahnesinden silmeye çalışan batı destekli kişi/kurumların yayınevlerine yaptıkları baskıları mıdır? Nedir?
Ancak şunu da belirtmem gerekir ki, Kazım MİRŞAN’ın kendisinin kaleme aldığı çalışmaları bilim diline göre yazıldığı için anlaşılması bazı kişilere zor gelebilir. Bu nedenle Prof.Dr.Necdet SÜMER O’nun çalışmalarını yaşatmak ve Türk insanının kullanımına sunmak için “ATATÜRK’ÜN ÖZLEDİĞİ BİLGİN KAZIM MİRŞAN’I OKURKEN – Erken Türklerin İnsan, Doğa, Evren ve Uygarlık Anlayışları” isimli kitabı kaleme almıştır.
Sayın SÜMER kitabında, Kazım MİRŞAN’ın kitaplarını, orijinal haline sadık kalarak ve fakat bugünkü Türkçe ile ve anlaşılır şekilde derlemiş. Ben bu çalışmasından dolayı kendisine çok teşekkür ediyorum, çünkü gerçekten çok faydalandığımı ifade etmek zorundayım.
* Sayın SÜMER kitabının önsözünde şunları söylüyor:
– Mirşan’ın her okuduğum kitabı bende sanat eseri etkisi bırakmıştır; çünkü, bugüne kadar üstü örtülmüş tarihsel gerçeklerin gözler önüne serilmesi bir laf kalabalığı içinde yapılmıyordu. Sözde bilginlerin öfke yaratan kurnazlıklarını bile Mirşan, bir ozanın ustaca metaforlar yaratması gibi, sergiliyordu; çok da kibarca.
– Eserleriyle, binlerce yıldır üstü örtülmüş gerçekleri gün ışığına çıkaran ve gözlerimizin önüne sere; bizim, halen üstü örtülü gerçeklere ulaşmamızı sağlayacak kapıları açan Mirşan’a şükran borçluyuz. Çünkü, Kurtuluş (Bağımsızlık) Savaşı’nın ardından Atatürk’ün gerçekleştirdiği devrim; Mirşan’ın ortaya koyduğu belgelerden sonra, artık biliyoruz ki, esas itibarı ile, Erken- Türk uygarlığına (yani Türklerin binlerce yıllık uygarlığına) dönüş devrimidir. Atatürk bu nedenle Türkçenin ve Türklerin geçmişini gün ışığına çıkarmak üzere adeta çırpınmıştır. Kanımızca, batı merkezcileri ve onların kurgu tarihçilerini kaygılandıran budur.
– Burada ifade edilen “kurgu tarihçileri” içinde ne yazık ki kendisini bilim adamı/akademisyen olarak tanımlayan “Türk vatandaşları” da vardır.

SONUÇ OLARAK;
* İşte sırf üniversitede tarih bölümü okumadı diye, üniversitelerin tarih bölümlerinden mezun olmuş sözde akademisyenler tarafından çalışmalarına değer verilmeyen Kazım MİRŞAN böyle bir adamdır.
* Kazım MİRŞAN’ın yaptığı çalışmalarda hatalar olabilir, eleştirilecek/tartışılacak hususlar olabilir, ancak “yok” sayılamaz. Ayrıca bazı dilleri/lehçeleri okuma yeteneği sadece Kazım MİRŞAN’da var diye ve dolayısı ile ortaya koyduğu sonuçlar başka bir çalışma ile karşılaştırılamayacağı için bu çalışmaları değersizleştirmek doğru değildir.
* Her bir Türk insanının Türklük yolunda yaptığı çalışma önemlidir ve bu çalışmalara akademik kibirden vazgeçilerek değer verilmeli, önemsenmeli ve tüm çalışmalar, gerçek Türk tarihini ortaya koyacak şekilde ele alınmalıdır.
Türk insanına ve özellikle gençlerimize tavsiyem şudur; Kazım MİRŞAN’ı (ve O’nun gibi Türklük yoluna baş koymuş insanlarımızı) tanıyın, okuyun ve anlayın… gerçek “Türk tarihi”ni öğrenin, öğretin. Geleceğimiz ancak bu şekilde güvence altına alınacaktır.
* Çünkü “Türkiye Cumhuriyeti vatandaşı” olmak ayrı, “Türk” olmak ayrı hususlardır!

Sevgilerimle.