GÖBEKLİ TEPE’YE GİDEN YOL-25: KÜLTÜR

Merhabalar,
Önceki bölümde (iki kısım halinde) toplum ve toplumsallaşma konusunu ele almıştık.
Toplumun ve toplumsallaşma olgusunun var olmasına belki de paralel olarak, bu toplumların hayat biçimlerini düzenleyen değerler de şekillenmeye başlar. Ancak bu iki husus o kadar iç içe geçmiş durumda bulunur ki, bunun bir sıralamasını yapmak çoğu toplum için mümkün değildir. Ancak konunun bütünlüğü açısından bu değerlerin nasıl kazanıldığına da göz atmamız gerekmektedir.
O zaman kültür nedir ve nasıl ortaya çıkmıştır? sorusunun cevabını vermeye çalışalım ve bakalım Göbekli Tepe’ye giden yola döşeyeceğimiz bu yeni taş bizi nereye götürecek.
KÜLTÜR OLGUSU:
*
Antropolog Tim INGOLD’un söylediği gibi; Kültür, dünyayı algılamak için bir çerçeve değildir, insanın dünyayı kendisi ve başkaları açısından yorumlaması için bir çerçevedir.
Yeryüzünde varlığımızı sürdürmemizde biyolojik doğamız tek başına yeterli değildir; kültürün de burada önemli bir yeri vardır.
Kelime anlamı ile; bir toplumun tarihsel süreç içinde ürettiği ve kuşaktan kuşağa aktardığı her türlü maddi ve manevi değerlerin bütününe kültür denir.
Kültür, toplumların kişiliğini oluşturur, onu diğer toplumlardan farklı kılar. Kültür, toplumun yaşayış ve düşünüş tarzıdır. Farklı biçimlerde de tanımlasak sonuçta tüm tanımlar parça bütün ilişkilerine ve sürekliliğe dayalıdır.
Toplum düzenlerinde başta ortak amaçlar, sistemler, örf ve adetler, eğitim ve öğrenim, kullanılan alet edevat oluşturma, üretim biçimleri, birbirlerine saygı ve davranış biçimleri, iletişimleri gibi birçok konu kültür olgusu içinde ele alınır. Yani her insan toplumunun kültürel bir alt yapısı vardır süreç içerisinde nesnel gelişmeler kapsamında kültürler de gelişir.
İnsan beyninin kültür denilen olayı gerçekleştirme potansiyeli, onun her tür ortama uyum sağlamasında anahtar rol oynamıştır. Homo sapiens bilişsel evrimini (başka bir ifade ile “akıl sıçraması”nı) yaklaşık 40.000 yıl önce tamamlamasına rağmen bundan çok daha önceki zamanlarda ortaya çıkan alet teknolojileri ve bunların ürünleri ile neandertallerin Avrupa’da var olduğu zamana denk gelen yaklaşık 65-50.000 yıl öncesine ait mağara resimleri, süs eşyaları gibi sanatsal eserler daha yakın zamana aittir.
İlk deniz geçme vasıtası olan sandalın 65.000 yıl, ok ve yayın yine 65.000 yıl, iğnenin 60.000 yıl, oltanın 23.000 yıl, mızrağın 19.000 yıl önce kullanılmaya başladığını düşünecek olursak, akıl  sıçraması döneminden önce de kültürün gelişebileceğini söylemek olasıdır.
Çünkü kemikler ve DNA bize beynimizin evriminden ve donanımlarımızdan bahsederken, aletler ise zekayı, kültürü, donanım ve uygulamalarımızı gösterir.
İnsanın evrim sürecinde kültürün ne zaman ve nasıl ortaya çıktığı sorusu gündeme geldiğinde yine bir homo sapiens saplantısı karşımıza çıkar. Bu görüşü savunanlara göre;
Homo sapiens Afrika’dan çıkıp dünyanın çeşitli bölgelerine dağılmış, buralarda farklı insan türleri, farklı iklimler ve farklı tehlikelerle karşılaşmış ve hayatta kalması için yenilikler yaratması gerekmiştir.
– Yerleştiği yeni iklimlerde Afrika’da sahip olduğu hastalıkları bırakmış ve bunun sonucunda nüfusu hızla artmıştır; bu artış daha fazla insan, daha fazla fiziksel güç ve daha fazla akıl demektir. Yani nüfus artışı yeniliklere yol açmıştır.
– Sayılar kültürü yönlendirmiş, kültür popülasyonu arttırmış, durmadan hızlanan kültürel evrim sonuçta insan popülasyonlarının ekosistemlerini geride bırakıp megafaunayı mahvederek tarım devrimini ortaya çıkartmıştır.
– Tarım, nüfus patlamasına neden olmuş ve milyonlarca insanın oluşturduğu uygarlıklar doruğa ulaşmıştır.
Bu görüş kendi içinde doğru olsa da olaya sadece homo sapiens penceresinden bakması nedeniyle eksiktir. Gezegenimiz üzerinde, homo sapiens’in bilişsel evrimini tamamlayarak Afrika’dan çıkması ve dünyaya yayılmasından önce de farklı insan türleri ve bunların meydana getirdikleri kültürler söz konusudur.
Bir örnek olarak Moskova’nın 150 km. doğusunda bulunan Sungir Üst Paleolitik yerleşim alanında beş mezarlıkta elde edilen bulguları verebiliriz.
– Bölgede kazı yapan arkeologlar, bu bölgede bulunan mezarların 32.000 yıl öncesine ait olduklarını tespit etmişlerdir. Cesetler elleri leğen kemikleri üzerinde kavuşturulmuş biçimde yatırılmıştır.
– Bir erkek çocuğa ait olan cesetlerden birisinin üzeri 4.903 adet boncuk dizisi ile kapatılmıştır ve tilki dişleri ile tutturulmuş bir başlığı vardır. Belinin çevresinde 250 kutup tilkisi dişi ile süslenmiş kemer bulunmaktadır.
– Bir kız çocuğuna ait diğer bir mezarda ise 5.274 adet boncuk ve diğer nesneler bulunmuştur.
– Bu eşyaların niteliği ve sayısı, bunların tek bir aile tarafından değil geniş toplumsal bir ağ tarafından yapılmış olması gerektiğini düşündürmektedir.
– Dolayısı ile burada -bir ölü gömme ritüeli özelinde ve inancı da içerecek şekilde- kültür olarak tanımlayabileceğimiz şekilde toplumun tamamı tarafından benimsenmiş maddi ve manevi değerler karşımıza çıkmaktadır.
Çünkü toplulukların alışkanlıkları konusunda ilginç olan husus, yerel grupların yerel olarak aktarılan yerel göreneklerinin olmasıdır. Bu, gerçek kültürdür. Çünkü yerel kültürler, toplumsal alışkanlıkları ve tarzları da kapsar.
Etnik grupların genetik ayrışması dahil, modern insan evrimindeki önemli fiziksel ve kültürel kilometre taşları
Kültür, aynı zamanda insanın simgeler yaratma ya da simgelere yanıt verme yeteneğinin bir sonucu şeklinde de algılanabilir.
Kültür dinamik bir olgudur. Zaman zaman bölgesel olmaktan çıkarak evrensel bir niteliğe dönüşebilir.
Kültür opera, şiir, resim, bale ya da herhangi bir sanatsal etkinlikten daha fazla bir anlamı ifade eder. Kültür bir yaşam biçimidir. Kısacası kültür, insanı insan yapan bir kazanımdır.
Köklü değişimler olmadığı sürece verilen adın değişmemesi en doğru şey olsa da gerek dünyanın tarihsel olarak aldığı süreç, gerekse de araştırmacıların her zaman iletişim içerisinde olmaması ve kültürel akışların takibinde yaşanan kopuklukların sonucu, kültürel adlandırmalarda farklılıklar olabilmektedir.
Kültürün etkileşimi ve değişimi içinde yaşanılan süreç, onu oluşturan toplumun ve çevresel koşulların etkisi altındadır. Kültür bir kişi veya imtiyazlı bir yapının etkisi ile şekillenemez.
Kültürlerin oluşumunun nesilden nesile aktarılması ve alışkanlıkların somut karakterlere bürünmesi nedeni ile, katettikleri uzun yollar, onların kısa sürelerde ve imtiyazlı kesimlerce öyle kolay değişimlere neden olamaz.
Kültürler, toplumsal ihtiyaçlar ve bunların süreklilikleri ile aşamalı olarak değişirler. Bu değişimler ve aktarımlar sözlü veya yazılı olur ve kısmen de kalıtsallık taşırlar. Bu nedenle de dil önemlidir. Çünkü kültür yumağını meydana getiren davranış örüntüleri ve fikirler büyük ölçüde dil adı verilen karmaşık simgelerle dışa vurulur, nakledilir.
Ancak daha önce de belirttiğimiz gibi dil tanımlamasında unutulmaması gereken önemli bir husus, bunun bir iletişim aracı olmasıdır.
Buradan hareket ettiğimizde kültür tamamen toplumsal bir olgudur. Toplumsal olması nedeni ile de toplumsal yapının oluşmasındaki eğitim ve öğrenim yani nesilden nesile birikim aktarımı, yaşam içi etkileşimler yolu ile edinilen alışkanlıklar ve kurallar zincirinin kurulması gibi tüm alt yapı özellikleri kültür olgusu içinde yer alır. Elbette ki etkileşimler ve aktarımlar, süreç içerisinde kültürün de etkileşim ve değişimlerine neden olabilecektir. Çünkü kültür de onu oluşturan toplum gibi değişim ve gelişim içerisinde olacaktır.
Kültürler ihtiyaçlar doğrultusunda şekillendikleri için aynı şekilde sorunların çözümünde de önemli etmenlerden birisidir. Kültürler, birbirinden kopuk olarak tanımlanmayan ve birbirleri ile uyum içinde olan sosyal ve fizyolojik ihtiyaçları gidermenin bir nevi yol haritalarıdır.
Bu nedenlerle kültür; toplumun yazılı olmayan gizli anayasasıdır yani toplulukların “toplum” olma özelliklerinin bütünleştirici yapısıdır.
Bu kapsamda “kültür” dediğimizde birbirinden ayrılmaz iki ana parça görürüz; maddi kültür ve manevi kültür. Örneğin önceki bölümlerde değindiğimiz taş aletler kültürün maddi unsurunun örneklerinden bir tanesi iken, inanç uygulamaları manevi kültür kapsamında değerlendirilir.
Ancak bu şekilde iki kategori gibi yazılması sizi yanıltmasın, özünde ikisi bir bütündür. Sadece konunun inceleme sürecinde somut varlıklar ve o varlıkların yarattığı etkileşimlerin incelenmesinde bu gruplama gereksinimi söz konusu olabilir.
Her türlü araç ve gereç, üretim şekli ve ürünleri, yani direkt yaşamsal ihtiyaç girdileri ve bunların kullanımında etkin olan düşünce yapıları, kullananların düşünsel etkileşimleri, amaçları ve amaçlarının sistematiğe dönüşüm gereksinmeleri yani örf ve adetler, inançlar vb. konuları birbirinden kopuk düşünmek, doğanın işleyiş yasalarına ters düşer.
SONUÇ OLARAK;
Kelimenin tanımında da belirttiğimiz gibi farklı insan türlerinin yarattığı taş alet teknolojileri, mağara resimleri, taşınabilir sanat ürünleri, süs eşyaları, konut inşa teknikleri, iletişim araçları, inançlar… kültür kavramı içinde ele alınmalıdır.
Buraya kadar farklı insan türleri hakkında bu kapsamda yaptığımız açıklamalar, kültür olgusunun veya bu olgunun yaratımının sadece homo sapiens’e ait olamayacağını net bir şekilde ortaya koymaktadır.
* Konuyu sadece Bilişsel Devrim açısından ele alacak olursak; tartışmasız olarak bu gelişme homo sapiensler’i tek bir bilişim ağına bağlamış ve diğer insan ve hayvan türleri karşısında ona hayati bir üstünlük sağlamıştır. Homo sapiens de bu üstünlüğünü dünyaya yayılarak onu istila etmek için kullanmıştır. Ancak bu türünün mensupları çeşitli bölgelere ve iklimlere yayıldıkça birbirleri ile kurdukları bağları kaybederek farklı kültürel değişimler göstermiştir. Sonuçta her biri kendisine has yaşam tarzı sürdüren, farklı davranış biçimlerine ve dünya görüşüne sahip kültürler ortaya çıkmıştır.
* Kültürün olduğu her yer de insan, insanın olduğu her yerde kültür var olmuştur.

Bu nedenle Paleolitik ve devamındaki Neolitik Dönem’de Avrupa, Mezopotamya ve Sibirya bölgelerinde farklı ve değişik gelişmişlik düzeylerinde kültürler görülmektedir. Ancak bunun temelinde yatan bir başka ve de daha önemli neden ise; homo sapiens’in dünyaya yayılma sürecinde karşılaştığı diğer insan türleri, bunlarla girdiği iletişim, karşılıklı etkileşim, melezleşme ve bu karşıma sonucunda ortaya çıkan farklılıklardır.
Paleolitik çağda dünyanın çeşitli yerlerinde karşımıza çıkan sanat ve inanç ögelerindeki yakınlıkların yani kültürel benzerliğin oluşması için bunun (evrim kuramında olduğu gibi) tek bir kaynaktan çıkmış olduğu ileri sürülebilir. Ancak daha sonrasında, farklı coğrafyalarda ortaya çıkan farklı kültürlerin birbirini etkilemiş olması ve başlangıçta var olanın, (evrim ağacındaki dallar gibi) farklılaşması/değişmesi/kendi coğrafyasına uygun şekle gelmesi ve bu şekilde hayatını sürdürmesi söz konusudur.
* Biyolojik genlere benzer şekilde kültürel genler de toplumlar arasındaki benzerlikleri bizlere çok açık bir şekilde sunmaktadır. Çünkü dünya üzerinde son kalan insan türlerinin etkileşimi ve bunun sonucunda da ortaya yeni durumların çıkması söz konusudur. Peki ne zaman, nasıl ve nerede?
Bu konuyu ileride coğrafyalardan bahsederken ele alacağız ve orada çok çarpıcı gerçeklerle yüzleşeceğiz.
Sevgiyle kalın!