GÖBEKLİ TEPE’YE GİDEN YOL-17: PALEOLİTİK SANAT I

Merhabalar,
Yazı dizimizde önceki bir bölümde, insanın bilişsel gelişiminin ürünü olan alet teknolojileri üzerinde durmuştum. Beynimizin Gelişimini incelerken açıkladığım bir kavram olan içe bakışçı benlik yani “başkasının kendisi hakkında ne düşündüğünü düşünebilme” yetisi kapsamında “kendisini diğer bireylere beğendirme ihtiyacı” olarak ortaya çıkan süs eşyalarını da neandertaller ve Altaylılar ile ilgili bölümlerde örneklemeye çalışmıştım.
Şimdi de(biraz da insan evriminin devamı olarak) Paleolitik dönemde “sanat” dediğimiz olgunun nasıl ortaya çıktığını, bunlara ait örnekleri ve de sanatın ortaya çıkmasının itici gücünü bu bölümden başlayarak tahminen dokuz bölümde ele almaya çalışacağım. Aslında konu bir bütün ancak sizlerin sıkılmadan okuyabilmesi için bunu bölümlendirmenin daha uygun olacağını düşündüm.
Eğer bir gün bu çalışmalarımı kitap haline getirecek olursam o zaman daha kapsamlı bilgileri bir devamlılık içinde okuma şansınız olabilecektir diye düşünüyorum 🙂
Şimdi bakalım Göbekli Tepe’ye giden yolda bizim için çok önemli bir olgu olan “Paleolitik sanat” ve buna ait detaylar hakkında neler ortaya koyabileceğim.
PALEOLİTİK SANAT:
* Sanatın ne olduğu ve ne zaman ortaya çıktığı konusu, insan türlerine bağlı gelişmişlik yorumlamaları ve türlerin üstünlük karşılaştırmaları tartışmalarında üst noktada yer alır ve taş aletler konusuna göre daha fazla teorinin geliştirildiği bir konudur. Ancak bu konuda yaygın bir şekilde ve hatta bağnazlık düzeyinde bir homo sapiens tutuculuğu da söz konusudur.
Hatırlarsanız bu yazı dizisine başlarken birtakım şartlanmalarımızdan kurtulmamız gerektiğinin altını çizmeye çalışmıştım. Bunu söylememin nedeni en açık olarak sanatın ortaya çıkışı ve bu konuda insan türlerinin incelenmesi konusundaki tutuculukta kendini gösterir.
* Bunu söylememe neden olan şey; bazı bilim insanları/araştırmacıların sahip olduğu, evrim sürecinde özellikle beyin büyüklüğüne bağlı olarak ortaya çıkan zihin, bilinç, zekâ, akıl vb. olguların sadece homo sapiens’e ait olduğu ve buna bağlı olarak da homo sapiens’in her açıdan en üstün hatta tek üstün insan türü olduğu, bunun dışındaki türleri aşağılamaya ve ilkelleştirmeye dönük tek yanlı çıkarım ve savunumdur.
Homo sapiens’in Afrika’da gerçekleştirdiği savunulan Akıl Sıçraması, onu çağdaşı diğer insan türlerine karşı üstün konuma getirmiş ve evrimsel ilerleyişi hızlandırmış olabilir. Ancak bu (elimizdeki veriler ışığında homo sapiens ile daha fazla karşılaştırma yapma olanağı bulduğumuz insan türü olan) neandertalleri aptal, salak, ilkel vb. ifadelerle aşağılamayı ve kendimizi onlardan üstün gösterme çabalarını haklı konuma getirmez.
Bu bölüme kadar yaptığım açıklamalardan bildiğiniz gibi, dünya üzerinde son kalan üç insan türü homo sapiens, neandertaller ve Altaylılar’dır.
Neandertallerin gelişmişlik düzeyi ile ilgili elimizde yeterli bilgi vardır. Altaylılar’ın ise yukarıda yer alan kavramlar kapsamında gelişmişlik düzeyleri konusunda elimizde bulunan sınırlı bilgiler bize bu konuda bir fikir vermektedir.

Dolayısı ile Altaylılar konusunda yapılan çalışmalar çok yeni ve de bulgular çok az olduğundan, bilim insanları tarafından sanatın ortaya çıkışı ve öncesinde bunun için gerekli bilişsel becerilerin sahipliği konusunda karşılaştırılan iki insan türü homo sapiens ve neandertaller’dir.
* Bize düşen bağnazlıktan kurtularak elde mevcut veriler ışığında buluntuları yorumlamak ve buna göre kendi görüşümüzü oluşturmaktır.
Ben de, belirttiğim dokuz bölümde elimden geldiğince tarafsız kalmaya çalışarak sanatın ortaya çıkışını ve insan türlerinin bu konudaki durumlarını ortaya koymaya çalışacağım.

Hadi gelin şimdi derin bir nefes alıp bu zor konuya mümkün olduğunca basit bir yaklaşımla genel bir çerçeve çizmeye çalışalım ve konuya kavramlarla bir giriş yapalım. 
KAVRAMLAR:
Sanat olgusunu ve bunu ortaya çıkaracak yetilerin neler olduğunu ve bunlara hangi insan türünün sahip olduğuna geçmeden önce, bilişsel evrimimizle ilgili ana kavramları hatırlamamızda fayda olduğunu düşünüyorum.
* Beyin: Türk Dil Kurumu Sözlüğü’nde “Kafatasının içinde beyin zarları ile örtülü, iki yarımküre biçiminde sinir kütlesinden oluşan, duyum ve bilinç merkezlerinin bulunduğu ortam; dimağ; usa vurma; akıl; anlayış” şeklinde tanımlanmaktadır. Bu tanıma göre beyin bir organımızdır ve bilinç merkezlerimiz de bu organın fiziksel yapısında yer almaktadır.
– Ancak şunu da unutmamak gerekir ki, bilinç (ve de benlik) beynin tek bir bölgesinde ya da merkezinde gerçekleşmez, pek çok beyin bölgesinin uyumlu çalışması ile gerçekleşir.
– Beyin etrafındaki dünyanın ve kendi yaptıklarının haritasını çıkartır. Bu haritalar zihnimizdeki imgeler olarak deneyimlenir ve imge terimi de yalnızca görselleri değil; işitme, dokunma gibi duyular ya da iç organlar gibi her türlü duyusal kökenin imgesini de ifade eder.
* Benlik: TDK Sözlüğü’ne göre benlik “Bir kimsenin öz varlığı, kişiliği, onu kendisi yapan şey, şahsiyet”dir.
– Bir benlik kesinlikle vardır ancak bu bir “şey” değil, bilinçli olduğumuzu varsaydığımız her anda bizimle olan bir süreçtir.
– Bilen olarak benlik, nesne olarak benlikten doğan benliğin evrimsel gelişimine karşılık gelir.
– Evrim ve kişinin yaşamı açısından bakıldığında, bilen olmak adım adım gerçekleşir; ilk ben, ilkeleri hayata geçiren çekirdek benlik ve sosyal ve ruhsal boyutları bir araya getiren otobiyografik benlik.
– İlk ben ilkel hislerle, çekirdek benlik organizma ve nesne arasındaki ilişkiyle ilgilidir. Otobiyografik benlik ise beklenen geleceğin yanı sıra geçmişle de ilgili olan biyografik bilgilerle tanımlanır.

* Bilinç: İnsanın kendisini ve çevresini tanıma yeteneği; şuur olarak tanımlanmaktadır.
– Bilinç, beyindeki milyarlarca nöron arasındaki karmaşık etkileşimden doğar. Bilinç tümüyle bir yapı değildir. Daha çok değişen nörolojik altyapıya belirli tarihlere özgü tepkilerden ve bu altyapının genelleştirilmesinden doğar.
– Donatılmış bilinçlilik olmadan kim olduğumuzu ve ne düşündüğümüzü anlamayı bırakın, neden var olduğumuzu bile bilmemiz mümkün değildir.
* Zihin: Canlının, duygu ve davranışlar dışındaki ruhsal süreç ve etkinliklerinin bütünüdür.
– Bir zihnimiz olmadan bilinçli olamayız.
– Organizmalar zihinleri nöron (sinir hücresi) adı verilen özel hücrelerin etkinliğiyle üretir.
– Zihin, küçük devrelerin etkinliğinin anlık örüntüler oluşturmak için büyük ağlar üzerinde organize olmasıyla ortaya çıkar.

* Zekâ: İnsanın düşünme, akıl yürütme, objektif gerçekleri algılama, yargılama ve sonuç çıkartma yeteneklerinin tamamıdır.
– Arkeolog Steven MITHEN dört zihinsel modül olduğunu öne sürer; toplumsal zekâ, teknik zekâ, doğa tarihi zekâsı ve sözel zekâ.
– Ona göre; genelleşmiş zekâya sahip olmayan arkaik insanlar taştan eşya yapmak için gerekli çok aşamalı süreçleri öğrenebiliyorlardı yani teknik zekâları vardı ancak bu karmaşıklık derecesi ileri türde toplumsal ilişkilere yayılamıyordu yani toplumsal zekâları yoktu ve arkaik insanların zihinleri İsviçre çakısı gibiydi; yani her biri belirli bir göreve adanmış bir dizi küçük aletten oluşuyordu.

– Ancak sanat ve onu kavrama becerisi zihinsel imgelem çeşitlerine ve zihinsel imgeleri işleme becerilerine zekâdan daha çok bağlıdır.
* Akıl: Düşünme, anlama ve kavrama gücüdür.
ÖZET OLARAK;
* İnsanların karmaşık benliklerle donatılan ve bellek, akıl yürütme (uslamlama), dil gibi daha da güçlü yeteneklerle desteklenen bilinçli zihinleri kültür araçlarını doğurur ve kültür düzeyinde “yaşam yönetimi” olarak tanımlayabileceğimiz özdengenin (homestazın) yeni araçlarına ulaşmayı sağlar.
* Adalet sistemleri, ekonomik ve siyasi kuruluşlar, sanat, tıp ve teknoloji bu yeni düzenleme araçlarından birkaçıdır.
(Sonraki bölümde kaldığımız yerden devam edeceğiz)