GÖBEKLİ TEPE’YE GİDEN YOL-29: IRK KAVRAMI

Tarih öncesi dönemin özelliklerini insan bağlamında incelemeye devam ediyoruz ve bugün ırk kavramı ile bu kavramın ortaya çıkışı, nedenleri ve ırkçılık düşüncesini ele alarak Göbekli Tepe’ye giden yolumuza devam edeceğiz.
TEK KAYNAK:
*
Bugün dünya üzerinde yaşayan ve “insan” olarak isimlendirilen canlının ortaya çıkışı ile ilgili iki kabul vardır; türeyiş ve yaratılış. Türeyiş “evrim teorisi” olarak kuramlaştırılırken, yaratılış teolijik bağlamda bir açıklamaya sahiptir.

* Daha önceki yazılarımdan hatırlayacağınız gibi, “evrim teorisi” kapsamında bugün dünya üzerinde yaşamını sürdüren homo sapiens sapiens’in varoluş sürecini, ister 2 milyon yıl önceye giderek homo habilis ‘ten ister 200.000 yıl önceye giderek homo sapiens’ten başlatalım, ister çatallı evrim ister düz evrimi geçerli kabul edelim, ister tek merkez merkezli evrim kuramını ister çok merkezli evrim kuramını esas alalım, ister tek ister paralel evrimi  kuramını geçerli kabul edelim sonuç değişmez; kaynak tektir ve Afrika’dır.
Yaratılış ise bugün dünya üzerinde geçerliliği bulunan üç büyük din için de aynıdır; İster Musevi, ister Hristiyan isterse Müslüman olsun, ortak inanışa göre insanlar Adem ve Havva’dan gelmiştir; yani kaynak tektir.
Dolayısı ile insanın var olmasını açıklamaya çalışan türeyiş ve yaratılış kabulleri aslında aynı çıkış noktasına sahiptir; insan tek bir kaynaktan var olmuştur ve bugüne gelmiştir.
O zaman (yaratılış ve türeyişi hakkında karşılaştırmalı ve uyumlamalı birçok soruyu bir kenera bırakarak sadece konumuzla ilgili olduğu için) şu soruyu rahatlıklar sorabiliriz; bugün dünya üzerinde var olan ve insanları bir anlamda sınıflandıran “ırk” kavramı ve “ırklar” nasıl ortaya çıkmıştır?
IRK KAVRAMI:
Bugün dünya üzerinde yaşayan tüm homo sapiens sapiens’lerin DNA’ları %98 oranında aynıdır. Ancak kimisinin derisi daha koyu, kimisinin daha açık renklidir; kimisi sarı saçlıdır, kimisinin saç rengi siyah, ya da kızıl, daha sarıdır; kimisi mavi gözlüdür, kimisinin gözü siyah ya da yeşildir, diğerlerinden farklı olarak kiminin elmacık kemiği çıkık, kimisinin kafası yuvarlak, kimisinin gözleri çekik…tir.

TDK Sözlüğünde ırk “kalıtımsal olarak ortak fiziksel ve biyolojik özelliklere sahip insan topluluğu” olarak tanımlanmaktadır. 
– Cambridge Dictionary’de ırk (race) “aynı dili, tarihi, karakteristik özellikleri vb. paylaşan insan topluluğu” ve “insanların fiziksel özelliklerindeki algılanan benzerliklere göre bölünebileceği herhangi bir sosyal grup” olarak ifade edilmektedir.
– Britannica’da ise ırk “human (insan)” şeklinde tanımlanmaktadır.
– Bu tanımlardan yola çıkarak eğer “ırk”, genellikle kendine özgü kalıtımsal özellikleri olan, biyolojik olarak diğerlerinden ayrılan insan grubu olarak tanımlanabilirse burada, yapılacak ayrıma esas olan geçerli faktörün “biyolojik değişim” olduğu net olarak karşımıza çıkar.
IRKÇILIK:

Irk adını verdiğimiz sınıflandırmayla ilgili bilinen en eski örnekler eski Mısır’da MÖ 1400-1500’lerde karşımıza çıkar. Bu sınıflandırmada Mısırlılar koyu kırmızı renkte, üstün bir topluluk olarak; Asyalılar sarı renkte, burun sırtı kemerli gür bir sakalla; Afrikalılar siyah renkte ve yapağı saçlı olarak; beyazlar ise sarı sakallı, açık renk gözlü, uzun boylu, vücutları dövmelerle kaplı ve hayvan postuna bürünmüş barbarlar olarak gösterilmiştir.
Görüldüğü gibi insanlar arasında ırk esaslı yapılan bu ilk ayrım tamamen fiziksel görünüş üzerine inşa edilmiş durumdadır.
İnsan toplumlarının deri rengi gibi görünüş özelliklerine göre sınıflandırmaya sadece Firavunlar döneminde değil aynı zamanda MÖ 200’lerde Çin’de de tanık oluruz; Çinliler deri rengine bağlı olarak insanları beş ırka ayırmışlardır; solgun menekşe, ten rengi, sarı, beyaz ve siyah.
Tabi bu sınıflandırmalarda sınıflandırmayı yapan toplumlar kendilerini en iyi veya üstün ırk olarak tanımlamışlardır. Tarihe göz attığımızda, birçok toplumda etnosantrik (kendi grubunu merkez kabul eden) duygunun egemen olduğu, hatta bunu yaratılış efsanelerine de yansıdığı görülür.
İnsan var olduğundan beri kendini “diğerlerinden” ayıran özelliklere hep duyarlılık göstermiştir. Ne yazık ki, “diğerlerinin” hep farklılıklarını görmüş, çoğu kez de bu farklılıkları bir aşağılama unsuru olarak algılamıştır.
Örneğin Eski Yunanlılar kendilerini seçkin ve yetenekli bir ırk olarak görmüş, hangi renkten veya kültürden olursa olsun kendileri dışında kalan diğer tüm insan gruplarını barbar olarak tanımlamışlardır. Hatta daha da ileri giderek bazı toplumların kendileri gibi doğuştan hür olduklarını, bazılarının ise dünyaya köle olarak geldiklerini ileri sürmüşlerdir.
18’inci yüzyılda sömürgeci toplumların yayılmacı politikaları sırasında dünya genelinde karşılaştıkları yerli halkları daha aşağı uygarlıklar olarak kabul etmeleri ve onları kontrol altına almak için bu kabullerini bilimsel bir tabana oturtma düşünceleri veya ihtiyacı antropoloji adı verilen bilim alanın doğmasına neden olmuştur.
19’uncu yüzyılda antropoloji temelli ırk tanımlamalarında ilk kıstas deri rengi olmuştur. Bu kıstas yetersiz kalınca boy, saç şekli, ağırlık, kan grubu, endokrin seviyesi, tipolojik ve davranışsal özellikler, zekâ düzeyi, burun biçimi, kafatası ölçüsü, beyin hacmi, cinsel organ büyüklüğü, kafatasının şekli (dolikosefal ve brakisefal) gibi birçok husus ırk ayrımı için yapılan çalışmalarda esas unsur olarak ele alınmıştır.
20’nci yüzyılda ise bu kıstasların yanına kan grupları eklenerek genetik bilimi devreye sokulmuş, Darwin’in evrim teorisini dayandırdığı ilk ilke olan doğal seçilim bile ırkçılık çalışmalarında çarptırılmıştır. Ancak genetik biliminin kurucusu sayılan Mendel’in yaptığı çalışmalar ırk tanımlamalarına fırsat vermemişse de bilim inşaları kendi bildikleri doğrulara göre tezlerini üretmeye devam etmişlerdir.
Tüm bu çalışmalara rağmen ne yazık ki, ortak bir kanıya ulaşan ırk tanımı ve sınıflandırması yapılamamıştır.
Dolayısı ile insan topluluklarının “ırk” adı verilen kategorilere ayrılmasında biyolojik ölçütler göz ardı edilerek sosyoekonomik ve ideolojik yaklaşımlara itibar edilmesi olayı farklı bir boyuta taşımaktadır ve bunun sonucunda da ırkçılık denilen olumsuzluk ortaya çıkmıştır.
Bugün yeryüzünün değişik bölgelerinde yaklaşık 12,3 milyon insan köle statüsünde çalıştırılmaktadır ve bunun 270.000’i, kendilerini dünyanın en demokratik ülkeleri olarak ilan eden Avrupa Birliği ülkeleri ile Amerika Birleşik Devletleri’nde bulunmaktadır.
* Bugün dünyada hiç kimse, varsayılan bir ırk tipinin tarifine tıpatıp uymaz. Dolayısı ile bazı toplumların diğerlerinden saf olduğunu söylemek hiç de gerçekçi değildir. Homo erectus’un yaklaşık 2 milyon yıl önce Afrika’dan çıkarak Avrupa, Asya, Uzak Doğu ve Avustralya’ya; Avrupa’da var olan neandertaller’in buradan hareketle doğuya doru Ortadoğu ve Orta Asya’ya; Güney Sibirya’da karşımıza çıkan Altaylıların Güney ve Güneybatı Asya’ya; homo sapens’in Afrika’dan çıkarak Ortadoğu, Avrupa ve Asya’ya; Sibirya’da var olan toplumların Bering Boğazı üzerinden Amerika kıtasına yayılması gibi insanlar, 2 milyon yıllık süre içerisinde dünyanın hemen her yerine yayılmışlardır.
Dolayısı ile bu yayılma sırasında bir yandan göçler sayesinde meydana gelen çiftleşmelere bağlı melezleşme ve bunun sonucunda gen aktarımı, diğer yandan çevresel faktörlerle meydana gelen mutasyonlar ve de içinde yaşanılan çevresel faktörler biyolojik ve kültürel yönden farklılaşmış toplumların oluşmasını sağlamıştır.
SONUÇ OLARAK;
*
Irk kavramı; önyargılardan, ırkçılık düşüncesinden tamamen kurtularak bilimsel bir şekilde ve biyolojik çeşitliliğin bilincinde olarak ele alınmalıdır.

Gerçek olan, insan ve insan topluluklarındaki biyolojik çeşitliliğin geçerli ve işlevsel olması, bunun sonucunda da insan cinsinin tarih sahnesine çıktığı zamandan bugüne kadar olan süreçte değişmekle birlikte bugün dünya üzerinde var olan tüm insan ırklarının tek bir tür (homo sapiens) altında toplandığıdır.
Günümüzde milletleri bir arada tutan olgunun ırktan ziyade “ortak kültür” olarak algılanmaya başlanması, “biyolojik anlamdaki ırk” kavramının sorgulanmasına neden olmuştur. Ancak son 20 yıldır genetik bilimindeki inanılmaz gelişmeler, olaya bambaşka bir boyut getirmiştir. Artık insan genomunun daha yakından incelenmesi ile bilim insanlarının birçoğu, biyolojik açıdan insanlar arasında ırksal farklılıklar olmadığına inanmaktadırlar.
Ancak bugün yeryüzünde yaşayan insanların çok büyük bir bölümü için genetik kriterlerden hareket ederek bilimsel bir temele dayalı köken oluşturmak bugün için artık mümkün olamayacağı için genetik özellikleri süzülerek biyolojik anlamda ırktan bahsetmek artık pek mümkün değildir. Bunun yerine “etnik grup” ya da “toplum” sözcüklerini kullanmanın daha mantıklı olacağı tüm bilim çevrelerinde kabul görmektedir.
Bu doğrultuda UNESCO da 1964 yılında “ırk” terimi yerine “toplum” tanımını benimsemiştir.
Bu nedenle insanın, sahip olduğu kültürel değerler açısından kendisini ait hissettiği toplumu “ırk”ı olarak tanımlaması ancak ve ancak kimliğini ifade etmesi ve ona sahip çıkması anlamına gelir. Çünkü insanın tarihini, kültürünü, dilini, kökenini bilmesi “kimliğini” bilmesi demektir ve bu da aidiyet duygusu ile ilintilidir.
Bu nedenle Ulu Önder Mustafa Kemal ATATÜRK, engin bilgisi ve muhteşem öngörüsünü ortaya koyacak şekilde “Ne mutlu Türk’üm diyene” veciz sözü ile aidiyet duygusunu öne çıkartarak, kendisini Türk olarak kabul eden herkesin tüm ırksal tanımlamalardan bağımsız olarak Türk olduğunu ifade etmiştir.
Sevgiyle kalın.